Kırlangıçlar

kırlangıçlar

Kuş sevmem.

Sevmezdim.

Yani sevmediğimi düşündüm epey.

Bildiğim tek kuş, kumruydu.

Kumruymuş daha doğrusu.

Yaz günleri, Akşehir’ deki iki katlı evimizin üst katında, bahçeye bakan odalarda serin minderlere yatırırlardı beni. Hala sıcak yaz günlerinde iyi havalandırılmış bir mekanda, serin bir kumaşa dokunduğumda aynı hissi yaşarım. Hain büyüklerden biri üzerime sabun kokulu, incecik bir çarşaf örtüp, tavizsiz bir şekilde odayı terk ettiğinde anlardım uykudan kaçışımın olmadığını. Bedenimin ufacık bir parçası bile açıkta kalsa uyuyamayacağımı bildiğimden, ayak uçlarımdan çeneme kadar bütün vücudumu örtünün altına sokmaya çalışırdım. Saatlerce –kimbilir aslında ne kadar kısa bir zaman- uğraşıp, örtünün altında her şeyi yerli yerine oturtup, derin bir nefes aldığımda fark ederdim onları. Gook… gook… gook… Çıkardığı sesten ötürü “Gugukçuk” da diyorlarmış kimi yerlerde ama ben ısrar ediyorum; çıkardığı ses “guguk” değil, “gogok”…

Uyandığımda gitmiş olurlardı.

Sonra fakülte yılları geldi. Bir-iki yer değiştirdikten sonra, okula yakın olsun diye Cebeci’ de bir yurtta kalmaya başladım. Ranzanın alt katında yatamam hiç, gelenler gelir. Üstte yatıyorum. Daha doğrusu yatamıyorum. Yatıyorum da uyuyamıyorum. Ranza balkon kapısının önünde. Balkonun hemen dışında dev bir gülibrişim ağacı var.

Bilir misiniz nasıl bir ağaçtır gülibrişim? Şahane çiçekler açar böyle, ipek gibi. “Arbre à soie” demeleri Avrupalıların bu yüzden belki de: “İpek ağacı” “Acacia de Constantinople” de diyorlarmış. Hakikaten yaprakları çok benzer akasyaya. Aynı aile belli ki. Her neyse, güzel ağaç anlayacağınız.

ipek-agaci

Odam ikinci katta. Yatağımın ardı balkon. Balkonun önü dev gülibrişim ağacı.

Âdettendir ya öğrencilikte, sınav haftaları sabahlara kadar çalışılır. Sonra ya hiç uyumadan gidilir sınava yahut bir-iki saat uykuyla. Böyle günlerin sonunda, Cebeci’ de pazar yeri ışırken, içim dışım sigara dumanı dolu halde bedenimi kirli, ağır bir yorgan gibi yatağıma serer, bir-iki saat uyumaya çalışırdım. İşte tam da bu anda, Ankara’ nın muhtelif yerlerinde bekleyen binlerce küçük kuş, fişek gibi gelir, balkonun önündeki gülibrişim ağacındaki yerlerini alırdı. Vıcı vıcı vıcı… Cıv cıv cıv… Cakır cakır cakır… Nefffret ederdim! Kafamı yastığa koymamı bekleyen bu çete, uzun yıllar kabusum oldu.

Bununla kalmadı. Çalışmak için İstanbul’ a ilk geldiğim günlerde bir süreliğine çok sevdiğim bir arkadaşımın evinde kaldım. Ev, 1+1 dedikleri cinsten, bir oda ve salondan oluşuyordu. Geceleri benim için salona bir yatak yapıyorduk ve ben burayı bir muhabbet kuşuyla paylaşmak zorundaydım. Gece dönmeye yüz tuttuğunda, hayvancağız kıpır kıpır hareketlenir, günün ilk ışıklarıyla salvo atışlara başlardı. Zaten huzursuzum, iş olacak mı olmayacak mı bilmiyorum, doğru düzgün uyuyamıyorum. Arkadaşım, rahatsız oluyorsam kafesin üzerini bir örtüyle kapatabileceğimi söyledi. Birkaç dakika daha uyumak için arkadaşımın dediğini yapıp, kafesin üzerini örttükten sonra, hayvancağızı defalarca bu şekilde unutup işe gitmişliğim vardır. Ne diyeyim, o minik mavi kuşun yaşama sevincinin solmasında ve dolayısıyla ömrünün kısalmasında payım varsa Allah affetsin.

Sonrasında çok uzun bir süre kuşlarla ilgili bir hatıra yok belleğimde.

Ne zaman fark ettim onları bilmiyorum. Gökyüzündeki dansları mı ilgimi çekti ilkin, yoksa cıkır cıkır seslerini mi duydum, hatırlamıyorum. Yorgun akşam üzerleri sadece onlar için çıkıp terasa izlerdim neşeli danslarını. Çatal kuyrukları, sivri kanatlarıyla dalıp çıktıkça onlar, sevinçten el çırptığım bile olmuştur.

Terasa çıkan merdivenin altındaki yuvayı ilk kim gördü onu da hatırlamıyorum. Kenan’ dı sanırım. O görmüşse eğer, “Nigâr bi’ gelsene” demiştir. “Şuna bak…” Böyle olmuştur aşağı yukarı. Merdivenin altında, duvara yapışık yarım bir testi gibi duran bu yuva sayesinde başladı kırlangıçlarla olan dostluğumuz.

Bizden önce geliyorlardı eve. O yüzdendir ki onlar ev sahibi, biz misafirdik. Eve varır varmaz ilk önce onların yuvasına koşuyorduk, yokluğumuzda neler olup bitti anlatsınlar diye. Biz gidene kadar onlar yuvayı tamir etmiş, yerleşmiş, yumurtlamış, yavruları büyütmüş oluyorlardı. Giderken de bizden sonraya kaldıkları için evi onlara emanet edip gidiyorduk.

Sonraları ne çok şey duydum kırlangıçlar hakkında. Bir nevi meteoroloji uzmanı gibilermiş mesela. Yüksekten uçarlarsa hava iyi olurmuş da alçaktan uçarlarsa bilin ki hava bozarmış. Vakitlerinin çoğunu uçmakla geçirirlermiş. Hatta uçarken beslenirlermiş bile. Saatte 45 km hızla uçtuklarını öğrendim sonra. Bir önceki üreme alanında başarılı olabilmişlerse, her yıl aynı yuvaya geri döndüklerini. Kimden ne öğrenirsem kar. Annem daima Saatli Maarif Takvimi okur. Hoş, kendi de takvimi aratmaz ya, o söyledi, Nisan’ ın yedisinde başlayıp iki gün süren “kırlangıç fırtınası”, kırlangıçların üreme göçlerine denk geldiği için bu ismi almış. Bunlar gerçek hayattan bilgiler. Bir de hikaye, masal, rivayet kısmı var tabii. Göçenler, kalanlar, insana aşık olanlar kırlangıçlar, kırlangıca aşık olan insanlar…

kir-kirlangici-hirundo-rustica

Artık bizim evde merdiven altı en kutsal köşe. Yuva en nadide parça. Her gören yuvaya hayran. İlk kez bir kırlangıç yuvası gören “A! Bu muymuş kırlangıç yuvası!” diye hayret eder, daha önce başka yuvaları görenler “Böylesini hiç görmedik!” diye bağırışırlar. Öyle herkese göstermek yok ama. Göstereceğimiz kişiyi sevmeli, benimsemeliyiz. Sonra kırlangıçları seviyor mu bilmemiz lazım. Ve en önemlisi hak ediyor mu? Sonrası malum: “Gelsenize, size bir şey göstereceğiz…”

Yıllar geçti. Ne kadar alıştık birbirimize. Ada’ da ya da sair yerde gördüğüm bütün kırlangıçlar bizimkilerin hısımı, akrabası. Nerede görsem gittiklerini, iki gözüm iki çeşme: “Geri gelin ha! Bizi unutmayın ha!” Geldiklerini görünce içim içime sığmaz. Ömrümüz oldukça onlar bize misafir, biz onlara.

İşte bu yüzden Hamdi Ağabey “Size üzüleceğiniz bir haber vereceğim” dediğinde aklıma hiç bu gelmedi. Çatı akmıştır, dedim. Asmalarda hastalık çıkmıştır, yol çökmüştür, tam önümüze ev yapılıyordur… Ama kırlangıç yuvamız, yuvadaki kırlangıçlarımız olduğu gibi duruyordur. Gelmişler, bizi bekliyorlardır.

“Biri yuvayı bozmuş…”

Biri mi? Yuvayı mı bozmuş? Neden? Biri niye bozsun ki yuvayı? Kim, ne ister, dağ başında tek başına bir evin, terasa çıkan merdiveninin altındaki yuvadan…

“Bir hayvan yapmıştır.”

“Hayvanın yapacağı iş değil, duvardan tamamen kazınmış.”

Niye? Niye? Biz böyle birine göstermedik ki yuvayı? Hak etmeyene, kıymet bilmeyene. Kalbinden bir yuvayı kırmak, bozmak geçene. Niye bozsun ki “birisi”? Kazısın duvardan?

Gidip gördüğümüzde elimiz, kolumuz düştü. İnanamadık.

“Çok bağırdılar, çok ağladılar” dedi Hamdi Ağabey. “Günlerce döndüler havada.”

Hamdi Ağabey böyle derse inanın. Ağladılar diyorsa ağlamışlardır, bağırdılar diyorsa bağırmışlardır. O duyar onları. Kedinin, kuşun dilini bilir, asmanın, üzümün halinden anlar.

Üç yıl, koskoca üç yıl uğramadılar bize. Ne desek ne etsek uçmadılar göğümüzde. Yalvardık, bağırdık, el çırptık, çağırdık. Gelmediler. Eğer bilseydim uçmayı, her şeyi göze alır, giderdim Afrika’ ya kadar. Derdim, böyleyken böyle. “Bizim bir kabahatimiz yok. Bulsam o ‘birisini’ inanın ben de onun yuvasını bozarım. Kimbilir bozulmuştur belki de. Kalmamıştır yanına bu yaptığı. Sizin onca güçlüğe karşı, fırtınada, yağmurda bilmem kaç tanenizin vurulup vurulup düştüğü binlerce kilometrelik yoldan gelip, dişilerinizin gagalarıyla sayısız kerede getirdiği çamuru, erkeklerinizin tükürüğüyle karıştırıp, üzerine biraz da ot, saman ekledikten sonra günlerce uğraşarak yaptığınız yuvayı hiç acımadan bozan birinin yuvası olur mu? Olmasın da zaten. Alçak!” Böyle derdim. Yorgun kanatlarını okşar, incecik, kıvrık ayaklarını binlerce kez öperdim. Uçabilseydim eğer. Uçamam ki… Çok istemekten, bütün kalbimle çağırmaktan ve sabırla beklemekten başka şansım yoktu.

Ada’ ya vardığımız günün ertesi sabahı biliriz ki mutlaka Hamdi Ağabey gelir, koltuğunun altında toprak o gün bizim için ne verdiyse onunla. Domates, salatalık bazen. Bazen tadından yenmez karpuzlar. Tavukların hediyesi yumurtalarla, keçilerin hediyesi peynirler bir önceki günden dolaba konulmuştur zaten. Biz Göztepe’ ye karşı son çaylarımızı içip, burada olduğumuza şükretmekle meşgulüzdür ki duyarız pikabının sesini.

Bu bahar yine aynı oldu. Biz son çaylarımızı içerken, ayakları toprağın altında, başı göğün üstünde gezen Hamdi Ağabey çıkageldi. Henüz bahar olduğundan bostan falan yok koltuğunun altında. Dolaptaki yumurtaları çoktan indirmişiz mideye.

“Kahvaltı ettin mi Hamdi Ağabey?”

“Ettim ama bir çayını içerim.”

Bu konuşma da alışılagelen bir konuşmadır, hiç değişmez. Fakat bugün Hamdi Ağabeyin Ada toprağı rengi yüzünün ortasındaki Ege mavisi gözlerinde alışık olmadığım bir ifade var. Sevinçli bir şey söyleyecek gibi ya da muzip bir şey.

“Gözünüz aydın! Geldiler!”

Ne Kenan ne ben sorduk, kim geldi, niye geldi. Anladık gelenlerin kim olduğunu. Kanatlarımız olsaydı işte o gün uçabilirdik belki de Afrika’ ya kadar.

“Neredeler!?”

Bu kez daha emniyetli bir yere, avlunun tepe lambasının üzerine yapmışlar yuvalarını. Eskisinin biçiminde ama eskisinden daha büyük, daha gösterişli. Görünce hiç utanmadım ağlamaktan. Kenan’ a, Hamdi Ağabey’e sarıldım. O an ikisi de birer kırlangıçtı benim için. O an yeryüzü dediğimiz şey, üzerinde durduğumuz toprak, gökyüzü dediğimiz tepemizde var olan mavilikti. Gerçek olan sadece bizler ve çatal kuyrukları, uzun kanatlarıyla, neşe içinde uçan kırlangıçlarımızdı. Bize inanmış, bize güvenmişlerdi. Yine birlikteydik. Gerisi yalan…

Şimdi burada, yuvamdan 1.900 km uzakta oturmuş bunları yazarken daha iyi anlıyorum bazı şeyleri. Bir yuvayı bırakıp başka bir yere gelmeyi mesela. O “başka bir yer” de yeni bir yuva yapmayı. Dişinin ağzında getirdiği çamurla, erkeğin tükürüğünü birleştirip harç yapmayı. Yuvanın, yumuşak tüylerle yapılmış en rahat köşesini yavruya vermeyi. Geldiğin yuvada heyecanla senin dönmeni bekleyenleri. Gökyüzünde seni gördüklerinde yaşayacakları mutluluğu. Senin onları görmekten duyacağın tarifsiz sevinci. Birden fazla yuvan olabileceğini. İki yuva arasındaki binlerce kilometrenin, kuvvetle ve istekle kanat çırparak aşılabileceğini. İki yuva arasında gidip gelirken göreceğin yeryüzü parçasının üzerinde de milyonlarca yuva olduğunu. Ve aslında hiçbir yerin yabancı, hiç kimsenin el olmadığını biliyorum artık.

Artık ben de bir kırlangıcım!

Zorneding, 29 Eylul 2015

 

İmzalı fotoğraf Adnan Ataç’a aittir.

Kırlangıçlar’ için 51 yanıt

  1. Bayıldım. Dilinize özellikle de duygu verilerinize Teşekkürler Sevilay. Sizinle tanış ettiği için.

    1. Hülya Hanım çok teşekkür ederim. Ben de çok mutlu oldum tanış olduğumuza.
      Sevgiler.

  2. Nigarım,arkadaşım nasılda tanıdık geldi kelimelerin..Sandım ki Avni hocanın edebiyat dersinde okuyorsun yazdıklarını.Senin kırlangıçlar benide toprağıma uçurdu.Kalemine sağlık,ne güzel yapmışsın,bloğun hayırlı olsun.

    1. Sevgili Gülay’cığım, çok teşekkür ederim. Sayende Avni Hoca’ya da bir selam gönderelim buradan.
      Sevgiler.

  3. Sevgili Nigar, farklı olduğunu düşünüyordum da bu kadar değil. Ne olur bırakma. Sevgiler

    1. Çok sevindim Şahin Ağabey. Gerçekten! Bırakmam, merak etme.
      Sevgiler.

    2. Sevgili Nigar,bloguna Esen Can bey sayesinde ulaştım.Çok keyif alarak okudum,tebrik ediyorum.Çocukluk mahalle arkadaşın Münevver İbişdayı (Güven) Ankara Özlem Yurdun da beraberdik.Sevgiler

      1. Sevgili Münevver! Çok sevindim. Çok teşekkür ederim. Sevgiler, selamlar.

  4. Neğar’ım daha neler var sende.Hepsini sabırsızlıkla bekliyorum.Okurken o coşkulu anlatımların canlandı gözümün önünde.Bir metni okurken dinliyor hissine kapılıyorsan bence o olmuştur.Haydi kalemine kuvvet

    1. İlhame’m, kardeşim, ben senin kalemini de çok iyi bilirim. Keşke başkaları da bilse…
      Sağ ol, var ol.

  5. Sevgili Nigar,
    Bir yuvanın kıymetinin, yuvaların temelinin atılışının zorluğu ve duygusallığı ve gösterilmesi gereken özenin anlatımı inanılmaz, duygular seli kaleminle hayat bulmuş, teşekkür ederiz ve sabırsızlıkla devamını bekleriz. Bloğun ( bana göre duyguların dışa vurum anı defteri) hayırlı olsun. Sevgiler,selamlar…

    1. Çok teşekkür ederim Yadigar. Sen de bir kırlangıçsın. Hem de tanıdığım en mücadeleci kırlangıçlardan biri.
      Sevgiler.

  6. Nigar kardeşim ,seni 32 sene önce tanıdım o zamanki şirinliğin nükdetanlığını bu yoğun duygularınla birleştirince sade ve sürükleyici bir çırpıda okunabilen yazılarını okumaktan büyük zevk aldım.ellerine sağlık.Rahmetli baban Arif amca harika bir insandı Allah rahmet eylesin en kötü sözü evinize buğday yağsın dı .mekanı cennet olsun selamlar .Ahsen-Sevil Erkut

    1. İçten mesajınız içimi ısıttı, çok sevindim. Her ikinize de çok teşekkür ederim. Babam da bir yerlerden görüyor diye ümitleniyorum.
      Sonsuz sevgi ve selam.

  7. Benim kırlangıcım da yuvasından uçtuğundan beri ilk defa yuvamın bahçesinde bu sabah ağaç dallarına konmuş kırlangıç yavrularını gördüm ve bu akşam yazını okuyorum kardeşim Nigar’ım,sonsuz sevgiler.

    1. Ah Neslihan, senin kırlangıcın, kırlangıçların en güzeli, en kuvvetlisi. Ben bir sevdiğimi uzağa gönderdiğimde, etrafımda gördüğüm bütün kanatlıları o zannederim. Senin gördüğün yavrular da Derin’imizdir.
      Sevgiler canım kardeşim.

  8. Nigar Abla, seneler önce maaile, Akşehir’de konuk olmuştuk size. Nasrettin Hoca festivali bahane, sizlerle olmak şahaneydi 🙂
    Sanırım bütün insanlarda aynısı olur: Aradan uzun zaman geçince, anılar film şeridi hallerinden bir ya da bir kaç kareye düşen tatlı fotoğraf karelerine dönüşür. Bu muhteşem seyahatimizle ilgili kalanları sizinle de paylaşmak istiyorum. Misafirperverliğinizin tadıyla beraber dimağımda kalan karede, katar katar uçan kuşlu cam bardaklarınız var. Uzun uzun, şehla şehla evire çevire incelemiştim o bardakları. Nigar’ın hediyesi demişti anneniz. Her züccaciye dükkanında gözüm benzerini senelerce aradı ama daha da bulamadım ne yazık ki. Cidden pek güzel bir takımdı. Su içinde sallandıkça, kuşlar kanat çırpıyor gibiydi. Bu sabah profil fotoğrafınızdaki kuşlar, o kuşlar diye yemin dahi edebilirim.
    Yeniden geldiklerini duyunca kırlangıçların utanmadan ağlamışsınız ya, ben de utanmadım ve hüngür hüngür ağladım. Gelebilme ihtimali olanları, aynı hasretle beklemeye karar verdim. Tek kelimeyle, muhteşemsiniz…

    1. Gülsüm’cüğüm, dön ve yazdıklarını yeniden oku. Şimdi anlıyor musun, neden sana “yaz” dediğimi.
      Bu dünyadan gidenler dışında, herkesin sana gelebilme ve senin de her yere, herkese gidebilme ihtimalin var. Bakma sen, sizin oralar her daim sıcak diye orada oturuyorsun. Yoksa biliyorum, senin gönlün de bir kırlangıç.
      Öperim gözlerinden.

  9. Sevgili arkadaşım eline emeğine sağlık.Ben senin öykülerini ortaokul yıllarından bilirim (:yıl yazmayacağım:)dostlar apartmanının 1.katındaki o ev özellikle odan tahta iskemlenin üzerindeki un yada şeker çuvalı vs canlandı gözümün önünde herşey gönlünce olsun.Devamını diliyorum

    1. Çok teşekkür ederim Türkan. Yıl da yazabilirsin canım arkadaşım. O yıllar olmasa, biz olmazdık. Ah o çuvallar… İlk gençliğimin ayrılmaz parçaları.
      Çok sevgiler.

  10. Arkadaşım nasıl keyifle okunuyor, su gibi. Kalemine sağlık. Yeni hikayelerde ve kitabında buluşmak üzere, sevgiler…

  11. Çoğumuzun hayatına dokunup geçen kırlangıçlar ancak bu kadar güzel anlatılırdı. Yüreğine sağlık Nigar’cım!!

  12. Nigarcığım yazdıklarından çok etkilendim.Duygularını ,yaşadıklarını bu kadar güzel ifade edenleri hep kıskanmışımdır.Yüreğine ,kalemine sağlık.

  13. Nigar’cım öğle yumuşak anlatımın var ki sürükledi beni. Kendimi senin yanında kuşlarla beraber uçuşurken buldum.

  14. Canım Nigar’cığım, kırlangıç yüreklim tüm kelimeler can buluyor ve her şeyi senin sesinle dinliyorum sanki. Heyecanın, gülüşün, gözyaşlarınla yanımdasın. İyi ki de öylesin. Kırlangıçlar ve her şey bir yana, her bir hikayede ayrı ve parıldayan tavırların beni derinden etkiliyor. Bu yazında da; “ayakları toprağın altında, başı göğün üstünde gezen (Hamdi Ağabey)”… Hakikaten masalsı!
    Yazılarının altındaki yorumları okumak da ayrı bir keyif!

    1. İşte bu da sensin Ferda; ince ince, harf harf, nota nota okumuşsun. Sağ ol. Çok sağ ol.

  15. Gecenin bir yarısı uykum kaçtı. Facebook ‘ta gezinirken okumaya başladım güzel öyküyü . Sanki benim de yaşadığım mekanları dolaşırken bir ara tamam dedim yuva yıkıldı uyku gitti. ..
    Neyse ” geldiler ” ya😊 tekrar uyuyabilirim artık.
    Gönlüne sağlık, ellerine sağlık
    Varolasın sağolasın Nigar.

    1. Hocam çok teşekkür ederim. Dünyaya bir daha gelsem, kırlangıç olmak isterdim. Büyük saygım var onlara. Yaşama tutunuşlarına, mücadelelerine, bir sonraki kuşaklara aktardıkları bilgiye… Tanıdık geliyor mu? 🙂

  16. “Birden fazla yuvan olabileceğini. İki yuva arasındaki binlerce kilometrenin, kuvvetle ve istekle kanat çırparak aşılabileceğini. İki yuva arasında gidip gelirken göreceğin yeryüzü parçasının üzerinde de milyonlarca yuva olduğunu. Ve aslında hiçbir yerin yabancı, hiç kimsenin el olmadığını biliyorum artık.
    “Artık ben de bir kırlangıcım!”

    Çok güzel bir öykü yine Nigarcım. Betimlerine hayran kaldım. Kutlarım canım… Biliyor musun, senin kırlangıçlar Sohrap’ı okumuşlar, şairimin şu dizesini söylüyorlar gökyüzünde neşeyle;
    “nereye gidersem gideyim gökyüzü benimdir.”
    Sen de katılıyorsun onlara ve diyorsun ki
    “hiçbir yer yabancı değil,
    hiçbir yer el değil
    artık ben de bir kırlangıcım! ”

    Sevgiyle…💖

    1. Sevgili Nurkan,
      Çok teşekkür ederim bu güzel, şairane yorumun için. İnsan şaire olunca:)
      “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir” sözünü ben Şafak Pavey’in bir kitabının adı olarak biliyordum. Demek bir şiirden alıntı. “Sohrap” diye bahsettiğin Sohrap Sepehri mi peki? Cevapları öğrenirim bir ara senden.
      Gönülden sevgiler.

  17. Kırlangıçlar çok teşekkür ederim sizlere;
    Anne-Kenan-Hamdi Usta-Gok Gooklar-altın kafeste bile mutsuz muhabbet kuşu, o ismini ezberleme şansım olmayan muhteşem ağaç, harfler, noktalar-virgülleri, yeni öğrendiğim tükürük-çamur gibi bilgileri ve de Nigarımız ciğerim guzumuza bir kez daha hayranlık ve sevgi duymamı sağladığınız için.
    (Aha bi mendil yetiştirin uşağh, gözüme toz kaçtı yine..!)

    1. Muhtemelen, sitedeki bir güncelleme esnasında gözden kaçmış bu mesaja geç cevap verdiğim için çok özür dilerim. sevgili Bahti Yeni bir yazı paylaşırken geldi uyarı. Sevgi daim, özlem had safhada. Candan kucaklıyorum.

  18. Nigar hanim merhaba. Kirlangiç yazinizi çok beğendim. Elinize emeginize gönlünüze sağlik. Yüreği güzel insanlar benim duygudaşlarimdirlar. Esenlik huzur hep sizlerle olsun. Saglicakla kalin.

    1. Duygudaşım, sevgili Zübeyir Bey,
      Yorumunuz ve iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Aynılarını ben de sizin için dilerim.
      Sevgilerimle,

  19. Sevgili Nigar hanım, ben kırlangıç hayranı, onları izlerken onlarla bütünleşip, onların uçma sevincini yüreğinde yaşayan ve bu yüzden resimlerinde duygularını kırlangıçların yönleriyle anlatmaya çalışan bir resim öğretmeniyim.O kadar duygulandım ki satırlarınızı okurken.Aynen sizin yazınızda belirttiğiniz gibi onların uçuşlarını izlerken ben de kahkaha atmadan edemiyorum☺️Çok teşekkür ederim size varlığınıza. Sanatımı geliştirmek için tavsiye edebileceğiniz kırlangıçlarla ilgili kitaplar varsa, önerirseniz çok memnun olurum. Teşekkürler kaleminiz daim olsun.

    1. Sevgili Özlem Hanım,
      Bu yazı sayesinde, kırlangıçların bir özelliğini daha keşfettim; birleştiriyor, buluşturuyorlar. Bu vesileyle sizi tanımaktan sevinç duyuyorum. Instagram hesabınızdan kırlangıçlarınıza baktım, nasıl güzeller! Ne yazık ki size önerebileceğim bir kaynak yok. Rehberim yalnızca onlar. Şimdilik… Emin olun, bundan sonra onlarla ilgili bir kaynakla karşılaşır karşılaşmaz size haber edeceğim. Benim kalemim için aktardığınız dileğinizi ben de sizin fırçanız için dileyeyim; fırçanız daim olsun. Öğrencileriniz ne şanslı!
      İçten sevgilerimle,

Nigâr Mat Ağyel için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.