Mayıs, ayların gülüdür,
Taze bir çiçek dalıdır,
İçerim ateş doludur;
Mayıs‘ta gönlüm delidir.
Sabahattin Ali/Mayıs
Eski Yunan’ın aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in adını herkes bilir de İnanna’yı pek bilen çıkmaz. İnanna da Sümer’in aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Onun, Çoban Tanrısı Dumuzi’yle yaptığı evlilik Sümer ülkesine bereket getirir. Büyük bir aşkla başlayan bu evlilik, İnanna’nın Yeraltı Tanrıçası olan kız kardeşi Ereşkigal’in kocası Gugalana’nın cenaze törenine gitmesinin ardından bozulur. Hikâye uzun. İnanna şahane giysiler içinde, gösterişli mücevherleriyle yeraltı dünyasının kapısına geldiğinde durdurulur. Ondan hiç hoşlanmayan kızkardeşi, içeri girebilmesi için üzerindeki her şeyi bırakması gerektiğini söyler. Geçtiği yedi kapı boyunca her şeyini bırakarak, çıplak ve eğilmiş halde kardeşinin yanına varır İnanna. Ereşkigal onu öldürür. Dumuzi’yi baştan çıkarmak için de yeryüzüne bir kız gönderir. İnanna’nın veziri Ninşubur, Bilgelik Tanrısı Enki’den, tanrıçayı kurtarmasını diler. Enki sayesinde İnanna tekrar yeryüzüne dönebilecektir, ama bir şartla; yerine birini bırakması gerekmektedir. Kimi bıraksam acaba diye aranırken, kocası Dumuzi dışında, herkesin, onun yokluğuna çok üzüldüğünü görür. Buna çok içerleyen İnanna, yerine kocasını seçer. Dumuzi yaptığına pişmandır, ama yine de yeraltını boylamaktan kurtulamaz. İnanna da çok üzgündür. Dumuzi’nin kardeşi, Tanrıça Geştinanna fedakârca bir çözüm bulur. Dumuzi’nin yerine, yarım yıl yeraltında o kalacak, bu süre zarfında Dumuzi de yeryüzüne çıkacaktır.
Sonunda Dumuzi yeryüzüne çıkar, biricik karısı İnanna’yla birleşir. Bu birleşme gerçekleştiğinde, yeryüzü âdeta yeniden doğar. Sular çağıldar, topraktan bitkiler fışkırır. Hayvanlar yavrular, yumurtlar, çoğalır. Her yan bereketle dolar taşar. Sümerler o günü, yeni yılın başlangıcı kabul ederler.
Yeni yılın, kışın ortasında başlaması, oldum olası bana da çok tuhaf gelmiştir. Ortada fol yok, yumurta yok; bu neyin başlangıcı? Çağdaş dünyadan kopmamak adına, o dünyanın gerektirdiği takvim, saat, ölçü vs kabulüm, ama gelenekler söz konusu olduğunda yüzümü, geldiğim yöne, doğuya dönmeyi tercih ederim. Anadolu’dan başlayarak, pagan köklerime sarılıp gidebileceğim yere kadar gitmek isterim. Ağacın, kuşun, balığın, güneşin, ayın, derenin, dağın, anam, babam, kardeşim olduğu, o kadim zamanlara. Doğaya, dünyaya vereceğim zararın, kendime zarar vermekle eş değer olduğu zamanlara.
Pastoral hayat söz konusu olunca, bunu Yaşar Kemal’den daha iyi anlatacak biri bulunur mu? Konusu, bir yörük obasının sonu olan, ağıt niteliğindeki “Binboğalar Efsanesi” romanında, doğanın uyanışını şöyle anlatır söz ustası:
“Bu gece beş mayısı altı mayısa bağlayan gecedir. Bu gece denizlerin ermişi İlyas’la karaların ermişi Hızır buluşacaklar. Dünya kurulduğundan bu yana bu iki ermiş her yıl, yılın bu gecesinde buluşurlar. Eğer bir yıl buluşmayacak olsalar, denizler deniz, topraklar toprak olmaktan çıkar. Denizler dalgalanmaz, ışıklanmaz, balıklanmaz, renklenmez, kururlar. Topraklar çiçeklenmez, kuşlar, arılar uçmaz, ekinler yeşermez, sular akmaz, yağmurlar yağmaz, kadınlar, kısraklar, kurtlar, kuşlar, börtü böcek, tekmil yaratık doğurmaz. Eğer onlar buluşamazlarsa… Kıyametin habercileri Hızır’la İlyas olacaktır.
Hızır’la İlyas her yıl dünyanın bir yerinde buluşurlar. Onlar o yıl hangi yerde buluşmuşlarsa orada bahar bir başka türlü patlar, o yıl çiçekler daha bol, daha büyük, her yılkinin birkaç misli iri açarlar. Arılar daha renkli, daha kocaman olurlar. İneklerin, koyunların sütleri daha bol, daha besleyici olur. Gök daha arı, daha başka mavilenir. Yıldızlar daha irileşir, daha parlaklaşırlar. Saplar başakları, ağaçlar çiçekleri, meyveleri götüremezler. İnsanlar o yıl daha sağlıklı olurlar, hiç hastalanmazlar. O yıl ölüm de olmaz. Ne bir kuş, ne bir karınca, ne arı, ne kelebek ölür.
Hızır’la İlyas’ın buluştuğu an, biri mağrıptan, biri maşrıktan iki yıldız doğar, yıldızlar Hızır’la İlyas’ın buluştuğu yerin üstüne kayarak gelirler, tam Hızır’la İlyas birbirlerinin elini tutarlarken onlar da birleşirler, tek bir yıldız olurlar. Hızır’la İlyas’ın üstüne ışık olup sağılırlar. Hızır’la İlyas’ın el ele tutuştuğu, yıldızların gökte birleştiği an dünyada her şey durur, akarsular kirp diye oldukları yerde donmuşçasına durur kalırlar, yeller esmez, denizler dalgalanmaz, yapraklar kıpırdamaz, damarlardaki kan akmaz, kuşlar uçmaz, arıların kanatları titremez. Her şey durur, hiç, hiçbir şey kıpırdamaz. Yıldızlar akmaz, ışıklar yürümez. Dünya bir an için ölür. Sonra her şey birden uyanır, dehşet bir yaşam patlar.
İşte bu gece sabaha kadar insanlar birleşen yıldızları görmek için evlerden dışarılara uğrarlar, yüksek yerlere, dam başlarına, minarelere, tepelere, dağ başlarına çıkarlar. Bir de su başlarını beklerler. Çeşmelerin, pınarların, çayların başlarını beklerler. Gözlerini sudan ayırmazlar.
Kim ki gökyüzünde yıldızların birleştiğini görür, o anda ne isterse olur. Ama ne isterse.”
*
Eski takvimlerde sene, yaz ve kış olarak, basitçe ikiye ayrılıyor. Yaz mevsimine “Hızır Günleri”, kış mevsimine “Kasım Günleri” deniliyor. Yüz seksen altı gün sürecek Hızır günleri, 6 Mayıs’ta Hıdırellezle başlıyor. Yüz yetmiş dokuz gün sürecek Kasım günleri de 8 Kasım’da.
İster İnanna’yla Dumuzi’nin birleşmesi deyin, ister Hızır’la İlyas’ın buluşması; 6 Mayıs, bir yılı başlatmak için çok yerinde bir tarih bence. Gönlümüzden geçenleri; öldüğüne ve her defasında yeniden doğduğuna şahit olduğumuz doğayla paylaşmak için de çok uygun bir tarih. Dileklerimizi, hayallerimizi, sonsuz kere doğurgan ve bereketli topraktan başka, kimden isteyebiliriz ki? Derelere, denizlere, gül dallarına gidişimiz boşuna değil. Hayal meyal bir hatırlayış, bir öze dönüş.
5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, Anadolu’nun her yerinde Hızır’la İlyas beklenir. Kimi yerlerde su kenarlarına küçük taşlarla dilenen şeyi temsil eden şekiller yapılır, kimi yerlerde dilekler bir kağıda yazılır, gül ağaçlarının dibine gömülür ya da dalına asılır. Taze yemekler yapılır, tencerelerin kapakları, un, şeker, bakliyat kapları, dolap kapıları, cüzdanlar açık bırakılır. Hepsi de Hızır kolayca ulaşsın, bereketli elini dokundursun diye. Tatarlar yere serdikleri bir örtünün üzerine un döküp bırakırlarmış mesela. Ertesi gün at nalı şeklinde bir iz görecek olurlarsa, Hızır’ın atının ayağının değdiği bu undan hemen bir şeyler pişirir, yer ve herkese dağıtırlarmış. Gün doğumundan önce çiy tanelerini toplayıp, onunla yoğurt mayalayanlar da var. Tutarsa, yine anlıyorlar ki Hızır uğramış.
Hızır’ı atının üzerinde gösteren bir Fars minyatürü
*
“Anne bak bir daha düşünelim;
bir avuç sımsıkı harf, bir avuç sımsıkı kapalı
eski bir mağara duvarına çizdiğin keçiyimdir
belki de ben anne.
Yıllarca taşlarda dillendiğime göre, oy!
Sen bana bu hıdırellezde adımı yeniden koy.”
Birhan Keskin/Hıdırellez
Hıdırellez’de, kış boyu kapalı duran ruhumun bütün pencereleri açılmış gibi, tarifsiz bir tazelik ve ferahlık hissederim ben de. Kim bilir, belki de, adını aldığım, ama hiç görmediğim anneannemin hatırasıdır bu ferahlık hissini yaratan. Her 6 Mayıs günü, sabah ezanıyla uyanır, dileği yerine gelecek mi gelmeyecek mi anlamak için bahçeye koşarmış. Çünkü, bir gece evvel, aynı kökten çıkmış iki yeşil soğanın birine dileğini söylemiş, sonra ikisini birbirine bağlayıp, uçlarını eşit şekilde kesmiştir. İşte ertesi sabah, soğanları bağladığı ipi çözüp, uçları yan yana getirince, dilek tuttuğu uç uzamışsa, anlayacaktır ki dün gece Hızır kamçısını ona yardımcı olmak için sallamıştır. Bunu anladıktan sonra hemen üst kata çıkar, “Haydi uyanın, Hıdırellez her yerde geziyor, her yeri kamçılıyor!” diye tüm ev halkını uyandırır, bütün camları, kapıları açarmış. Bir gün önceden dip bucak temizlenmiş evi yeniden derler toparlar, hayatı (evin girişindeki taşlık) ve evin önünü tertemiz süpürürmüş. İnanışa göre, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, Hızır kamçısını vurur ve işte ondan sonradır ki bitkiler büyümeye başlarmış.
Aslında hareketlilik 5 Mayıs günü, ikindi namazından sonra başlarmış. Çocuğu olmayanlar, evlenmek isteyenler, ev alacaklar, sınava girecekler, dükkân açacaklar, kendilerine en yakın ermişlerin mezarlarına gider, dilek tutarlarmış. Annemler genelde İğdeli Dede ya da Baba Nimet’i tercih ederlermiş. O gün her taraf, minik taşlardan yapılmış evler, dal parçalarından kapılar, etraftaki ağaçların dallarına yapılmış minik salıncaklarla dolar taşarmış. Bir gün evvel Hızır’la İlyas’a dileklerini ileten kadınlar, ertesi sabah bu iki ermişin buluştuğunu düşündükleri çok erken saatlerde yeniden aynı yerleri ziyaret eder, dilekleri artık “ilgili mercilerce” görüldüğü için, yaptıklarını bozar, dualarla teşekkür ederlermiş.
“Evime, aşıma, işime İlyas’ın; tıkanmış, yavaşlamış, durmuş işlerime Hızır’ın eli değsin. Hayatıma neşe, keyif, huzur, bereket gelsin. Buluşmalarının gücü bedenime aksın.”
*
Emir Kusturica’nın Time of the Gypsies (Çingeneler Zamanı) filminden bir Goran Bregovic şarkısı: Ederlezi*
*
“O günün pazar gününe denk gelmesini öyle çok isterdik ki” diyor annem. Sair günler sadece kadınlarla sınırlı olan Hıdırellez heyecanı, pazar olunca tüm aileyi sarar, hep birlikte Top Yeri’ne pikniğe gidilirmiş. Muhakkak ayakkabılar çıkarılır, bir gece evvel Hızır’ın kamçılayıp büyüttüğü çimenlere basılır, sağlık dilenirmiş. Bereket olsun diye kaynatılan “gölleler” yenir, neşeli bir yıl için ağız dolusu kahkahalar atılırmış. O gün kapıya gelen hiç kimse eli boş çevrilmezmiş. Ya Hızır’sa? Olabilir, çünkü Hızır her ne kadar güçlü, kuvvetli, babayiğit biriyse de kimlik değiştirerek fakir bir dilenci gibi dolaşıp, insanları sınayabilirmiş.
Altı bin yıl öncesinden gelen kadim bir gelenekten söz ediyoruz. Bugüne kadar gelmişse, vardır bir bildiği insanların. Hem güzel şeyler dilemenin, istemenin kime ne zararı olabilir ki? Evinizin, ruhunuzun pencerelerini açın. Başta kendiniz olmak üzere, herkes için iyi dileklerde bulunun. İster güle asın, ister suya atın. Şans bu ya, bu yıl 6 Mayıs günü pazara denk geliyor. Eşi dostu alın, kırlara çıkın. Ayaklarınız toprağa, çimene değsin. Tazecik otlarla güzel yemekler pişirin, afiyetle yiyin. Size dayatılan her şeye, herkese inat, omuzunuza konan baharın farkına varın. Onca kıştan sonra…
Münih, 2 Mayıs 2018
*”Ederlezi” Boşnak dilinde “Hıdırellez” anlamına gelir.
Kapak fotoğrafı Vincent Van Gogh’un “Badem Çiçekleri” isimli tablosu.
Yukarıdaki yazının İstasyon Gazetesi’nde yayımlanmış hali:
http://www.istasyongazetesi.com/kose-yazisi/2892/inannayla-dumuzi.html
Çok güzel bir yazı. Herkes okumalı. Okuduktan sonra bir lezzet bırakıyor.
Ne mutlu bana Müslüm Bey. Gönülden sevgilerimle.
Nigarcığım, özlemiştim kalemini, o güzelim ifadeni. Sağol güzel kadın.
Çiğdemciğim, ben de seni özledim. Dileklerin gerçek olsun. Sen de sağ ol.
Tüm iyi dileklerimizin kabul edilmesi dileklerimle. Çok güzel bir yazı. Eline yüreğine sağlık. Hızırellezi çok kapsamlı ve guzel tanıtmışsın çok yararlı buldum vede bilgilendim. Teşekkürler Nigarcigim. Sevgilerimle Güler
Güler abla çok teşekkür ederim. Benim dileğim de iyi niyetle istenmiş tüm dileklerin kabulü. Adayla ilgili bir dileğin olacaksa, aman diyeyim bizi unutma.
Sevgiler, selamlar.
Nigar’cığım bende çok beğendim yazını.Eline ve yüreğine sağlık. Anlatımın o kadar sade ve akıcı ki okurken hayal kurup büyük tat alabiliyorum…Teşekkürler 🙏 Sevgiler 🌼
Çok teşekkür ederim sevgili Nazmiye. Hayallerinin gerçek olmasını dilerim.
Sevgiler.
Merhaba Sevgili Nigar,
yine çok güzel bir yazıyla gönüllerimize seslendin. Tesadüf ya tam da ben Hıdırellez için dileklerimi bahçemizdeki gülün altına koyup geldikten sonra gördüm ve okudum yazını. Şahane. Eline, yüreğine sağlık. Hepimizin
dileklerinin gerçekleşmesi temennisi, nice bereketli baharlara erişmek dileğiyle.🌟🌙💫💐
Teşekkür ederim Aliye abla. Dilerim tüm dileklerin gerçek olsun.
Sevgiler.
Eline saglik dayim, beni yine kalemine bindirip, gizemli geleneklerini doyasiya yasadigim cocukluk gunlerime ucurdun ! (Gordugun gibi artik senin kalemini “iyi bir cadi’nin” sihirli supurgesine benzetiyorum 🙂 ) Hidirellez zamani bayagi heyecanlanirdim, o kucuk kucuk taslarla yapilan dilek tasarimlarini Aksehir cayi’nin kum yataginda gorup, merakla ne oldugunu anlamaga calisirken!! Gelenenigin de bu kadar eski oldugunu senden ogrendim,,dolayiysiyla 40 gun kul ve kole’lik haklarini her an infaz edebilirsin :-)) Kucakladim.
Dayıcığım, süpürgenin yeri belli; eski evimizde çamaşır kazanının yanı, ama sahibi ben değilim; annem. Benim yaptığım, onun ardı sıra gezmek oluyor bir nevi. Ambarda, çatıda, bahçede, hayatta… Allah ona da sana da uzun ömürler versin. Bozmadan saklamış her şeyi. Dolayısıyla, kırk gün kölelik durumunu infaz edecek olan ben değil, o. 🙂 Ben de seni kucakladım. Sevgiyle.
Eski Yunan Tanrı ve Tanrıçaları ne kadar acımasız ve katı ise Sümer Tanrı ve Tanrıçalarının da o kadar acımasız ve ve katı olduğunu yazınla öğrenmiş oldum. Yine de o katı Tanrıların arasında merhametle dolu fedakâr kardeşlerin bulunduğunu da (Dumuzi’nin kardeşi, Tanrıça Geştinanna).
Doğu’nun Yüce’lerinin ise saf, temiz, iyilik, güzellik, diriliş ve hayatı bunlarla doldurma gayreti içinde olmasının ve hep “bizi” tarif etmesinin de farkına varmanın, ait hissetmenin mutluluğu ve huzurunu duydum.
Yaşar Kemal’in Yörüklerdeki Hıdırellez’i, senin, Akşehir’deki Hıdırellez’i tariflerin beni bu coşkunun içinde hissettirdi.
Sevgili Nigar;
Göklerden yerlere, eski zamanlardan günümüze bizi geniş bir zaman ve mekanda uçuran, büyük bir coşku, iyilik ve sevgi ile dolduran, Maarif köyündeki türbenin etrafından yaşadığımız sıcacık şenlikleri hatırlatan yazın, Mayıs’ın bu ilk günlerinde, ama betonla kaplı büyük şehrin ortasında, ayağımı çimlere basmış, yüzüme serin sular çarpmış, dallardaki yaprakları, çiçekleri koklamış ve yeniden doğmuş gibi hissettirdi.
Senin, eşin ve kızının her daim sağlık, mutluluk ve huzurla uzun yaşaman; bizi de bu engin ve ruh dolu güzel yazılarınla sık sık sevindirmen dileği ile…
Sevgili Muhsin, inan yorumun kendimi çok iyi hissetmeme neden oldu. Öyle iyilik, güzellik ve sevgi dolu ki.
Tarih elbette Sümer’de başlamıyor, ama bize ulaşan ilk yazılı kaynaklar olması sebebiyle çok önemli. Kendinden sonra gelen tüm kutsal kitaplar, şu ya da bu şekilde o hikâyelere dayanıyor. İnanna’nın yer altına inişi (bir tür ölüm hali), pek çok kişi tarafından psikolojik anlamda analiz edilmiş. Ben birkaçını okudum. Cidden çok etkileyici. M.Ö 4.000’de insanlar böyle hikâyeler yazacak olgunluğa sahipse, bugün geldiğimiz nokta (teknolojiyi saymıyorum) hiçbir şey demek o zaman. Bir an evvel aklımızı başımıza devşirip “öz”e dönmemiz gerek.
Maarif’i neredeyse unutmuşum biliyor musun? Sen hatırlatınca, o serinlik geldi buldu beni de. Yine olsa, yine gitsek…
İyi dileklerinin tümü için çok teşekkür ediyor, ben de sana aynılarını diliyorum. Sağlık, sevgi, iyilik, güzellik, dostluk… Başka şeye ihtiyaç yok.
Zevkle okudum, güzel şeyler diledim Kuzenim.
Hepsi gerçek olsun Ergüncüğüm. Bütün kalbimle diliyorum.