“Çocukluk duygularınızın canlanmadığı yerlerde yaşama sevinciniz söner, bırakıp gidin oraları.”
Latife Tekin / Sürüklenme
Yağmur yağmış gece, duymamışım. Köşedeki lokantanın bahçesindeki mürverin ince dallarını kırmış. Şimdi hiç o değilmiş gibilerden merhametli, şefkatli bir serinlik kol geziyor etrafta. Mürver çiçeklerini koklayayım diye uzanınca çalıların arasında eşelenen karatavukla göz göze geldik. Bir karatavuğun tüylerinin derin karası ama ille de o neşeli sarı gagası. İnsan her seferinde şaşar mı? Ben şaşarım. Bu derece sadeliğe, bu derece ahenge şaşarım. Gözlerini çevreleyen, gagalarıyla bir örnek sarı halkalara da şaşarım. Onlar aldırmaz. Hoplaya zıplaya devam ederler yollarına. Böyledir bunlar baba, varsa yoksa solucanlar, kurtlar. Severmiş, beğenirmiş; bir durup ilgilenmezler insanla. Oysa sormak istiyorum, yatak odamızın penceresinin önündeki ağaç ne ağacı mesela. Bütün yaz tepesinden inmediklerine göre bilmeleri lazım. Sonra şu zeytin hikâyesi doğru mu? Hani onların kursağından geçmedikten sonra zeytin çekirdeği çimlenemezmiş falan. Bak hiç dinliyor mu? Yok, yemek derdine düşmüş bu. Gözü dünyayı görmüyor. Senin gibi.
Mürverler ne şahane kokuyor, değil mi baba? Bir haftaya kalmaz ıhlamurlar da açar. Hiç utanmaları, çekinmeleri yok onların da. İnsanın çantasına, cebine girip eve doluşuyorlar. Çocukluğun, gençliğin de peşlerinden. Artık bitmeye yüz tuttular ama bir de leylaklar baba. Leylakları düşündüğümde çocukluğum sökün edip geliyor. Leylaklar soluyor. Leylaklar solunca yaz geliyor. Yaz gelince sen ekin biçmeye gidiyorsun.
Oradan dönmeyelim baba, düz devam edelim, bir şey göstereceğim sana. Bak şu koca saksıdaki elma ağacını görüyor musun? Geçen sabah serinlikte biraz yürüyeyim dedim. Buncağıza şaşkınlıkla bakan yaşlı bir kadın gördüm. Küçük çılgın onun da ilgisini çekmiş besbelli. Nasıl çekmesin? Her bir dalında onlarca elma.
“Ne çok elma, değil mi?” dedim.
“Harikulade yahu!” dedi kadın ağız dolusu gülerek.
Geçen yıl diktiler bunu çocuk yuvasının önüne. Toprağına bir şey mi döküyorlar yoksa çocuklara mı özeniyor bilmem, boyuna bacağına bakmadan, özene bezene bütün dallarını çiçekle donatıyor önce, sonra da çiçeklerin birini bile ziyan etmeden meyveye duruyor. Bir heves bir heves… Tabii ki gücü yetmiyor şaşkının incecik dallarında onca meyveyi taşımaya, başlıyor birer ikişer atmaya yere. Kargalar da elma seviyor baba senin gibi ama onlar düşenleri değil, ağaçtakileri yiyor.
Sana bahsettiğim parka geldik. İşte bu at kestanelerini ve çınarları diyordum baba. Arkadaşlarınla oturup çay içtiğin parka benzetiyorum burayı. Gittiğimde hâlâ sen yaşlarda insanları görüyorum orada. Gölgede olmalarına rağmen, kırışık alınlarının üzerindeki kasketlerini çıkarmadan, sırtlarını iyice kamburlaştırarak oturuyor ve sessizce çaylarını içiyorlar. Hiçbir ifade yok yüzlerinde. Ne galibiyet ne mağlubiyet ne kaygı ne de sevinç. Yazın sıcağına rağmen giydikleri ölgün renkli süveterlerinden, kumaş pantalonlarından ve alınlarına düşürdükleri kasketlerinden kaynaklı bir hüzün hâkim parkın o bölümüne. Bu hüzün canımı yakıyor baba. O tarafa bakmamaya çalışıyorum. Sen de yoksun.
Dönelim mi artık? Biraz üşüdüm ben nedense. Oysa güneş iyi ısıtıyor. Bak bu komşu böyle havalarda kuşlarını hep pencereye çıkarıyor. Seviniyor garipler, cıvıldaşıp duruyorlar. Onları görünce nerede olduğumu unutup, etrafı kolaçan ediyorum hemen, kedi var mı diye. Ne sokak kedisi var burada baba ne sokak köpeği. Geçen gece arkadaşımla eve dönüyordum geç vakit. Bir kedi gördük bizim sokağın başında, hani şu “patiska” dedikleri rengârenk cinsten. Telaşlandık. Kayboldu mu acaba diye düşündük ama öyle bir öz güvenle dolanıyordu ki ortalıkta, istesek ikimizi de evlerimize bırakır geri dönerdi; o derece. Müsaade etti bize, öptük, sevdik, kokladık. Sonra da indi gitti kucağımızdan. Kedileri çok özledim baba. Seni de.
Ve sen geldikçe aklıma, bu dünyada daha iyi biri olmak için daha fazla çabalamam gerektiğini düşünüyorum.
Münih, 28 Mayıs 2022
Kapak fotoğrafı: Mustafa Taşkın
Yerinde rahat etsin Nigar’ciğim, çok güzel ifade etmişsin yine özlemini.
Sağ ol Dilekciğim. Uğurladıklarımız birlikte ve huzurludurlar dilerim.
Her gittiğimde aklığından, pekliğinden, tokluğundan, çokluğundan uzaklaşan bu şehri, artık hiç görmediğim ve yok olmuş mürdüm, karatavuk, leylak, rehber kedi, bücür elma ağacı ve iyi ki seni bizlere bağışlamış rahmetli babanla gel de bu yazıyı sevme, okurken, bitmesin bu çocukluğumuz zamanlarından kopup gelmiş harfler diye, gel de en ağır tempo okuma.
Tee o zamanlar Nasreddin Gazozu alırdı annem abimle bana, çok nadir (fukaraydık).
Bitmesin diye önce şişeden ağzımıza bolca doldurur, çok azını gırtlağa, gerisini bol köpüklü-tükürüklü gerisin geri şişeye yollardık.
Hani bu yazının şişesi hay Bizim gız?
Senin bugünkü ruh, gönül ve müzikal zenginliğini düşününce, insanın fukara olası geliyor Bahti. Anladığım o ki gözümde bir süper kahraman olan ve “yıldızlardan ürüşan” Yıldız anne, süper gücünü köpüklü-tükürüklü gazozla aktarıyormuş size. İçinde süper gücü barındıran Nasrettin Gazozu’nun ve o çocukların da günü gelecektir elbet.
Benim hayatımda bile ne güzel izler bıraktığına göre sende ne silinmez hatıralar bırakmıştır ablacım. Nurlar içinde yatsın güzel insan.
Kendini kimseden esirgemezdi İbrahimciğim. Çok teşekkür ederim iyi dileklerin için.
“çocuklar uyanır geceleyin
bir şey ararlar karanlıkta
uyanır kadınlar geceleyin
yüzük takarlar karanlıkta
geceleyin kediler uyanır
bize bakarlar karanlıkta”
melih cevdet anday, kediler
💙💚🐾
Canım Nigar, özlemle…
İzine rastlamak o kadar güzel ki. Ben de çok özledim.
Sıcacık bir yazı, özlemle ve mutlulukla okudum. Mekanı ışıkla dolsun..
Çok teşekkür ederim Birgül. Sözcüklerim düzgün sıralanıyorsa, canım hocam Rüstem Dilcioğlu’nun payı büyüktür. Onun da mekânı ışıkla dolsun.
Karatavuğu böyle güzel anlatan bir yazı okumadım. Çocukken Bursa’da Çekirge’de oturduğumuz evin yanındaki bağda keşfettiğim canlılardan biriydi. Sınırdaki kavaklara koşarlardı. Babamdan öğrenmiştim adını.
Ah babalar… Özlemle, sevgiyle Muzocuğum.