“götürün beni
dünyanın ucuna
götürün beni
harikalar diyarına
bana öyle geliyor ki
bu keder
ancak güneşin altında geçer…”
Emmenez-moi/Götürün Beni
Charles Aznavour
Telefonun alarmı çaldı. Erteledi. Bir daha. Erteledi. Bir daha. Bu sabah çok zor uyandı . Üzerine bir kazak geçirdi. Diğerlerini kontrol etti. İlki uyanmıştı. İkincinin kapısını araladı yavaşça. O henüz uyanmamıştı. İki sıcak yanağa iki “uyanman gerek” öpücüğü. Alt katın karanlığından sonra üst katın aydınlığı iyi geldi.
Tutunacak bir şarkı aradı. Radyoyu açtı.
Çay suyunu koydu. Okuduğu romanlarda kahramanın uyanıp çay koyması hoşuna giderdi. Ekmek kızartması da. Bir roman kahramanı olmak istedi. Çay suyunu bir roman kahramanı tadında koymak istedi. Beceremedi. Sıradan bir çay koydu ocağa. Ekmek kutusunu yokladı. Ekmek kalmamıştı. Buzluktan çıkardı. Tost makinesinin fişini taktı. Biraz ısınınca ekmekleri koydu. Kahvaltılıkları her zamanki sırasıyla masaya taşıdı: Peynir, zeytin, reçel ve bal. Domates yoktu bu sabah. Azıcık da maydanoz. Tereyağını mutfakta bıraktı.
İlk uyanan üst kata çıktı. Bu, üçüncünün tuvalete gitme vakti demekti. Aşağıya kulak kabarttı. O da uyanmıştı.
Kızarmış ekmeklerin üzerine tereyağını sağdan sola doğru sürdü. Her zamanki gibi. İkincinin yukarı çıkma vakti birkaç dakika gecikmişti. Seslendi. Cevap geldi. Rahatladı.
Üçüncü için bir gömlek gerekiyordu. Ütü masasını hazırladı. Ütüye su koydu. Isınmasını beklerken bilgisayarı açtı, gazetelere baktı. Ölüm haberleri canını sıktı. Ardındaki sebepleri düşündü. Daha duyarlı olmayı bekledi kendinden. Olamadı. Düşünmekten vazgeçti.
Ütünün suyu ısınmıştı. Mavi bir gömlek ütüledi. Kahvaltı eden birinci ve ikinciye baktı. Tereyağlı ekmeklerine reçel ve bal sürüp yiyorlardı sessizce. Üçüncü, gömleğini sordu.
İlkinin gitme vakti. İkincinin aşağı inme vakti. Üçüncünün giyinme vakti.
Twittera baktı. Aynı ruh haliyle uyanmış kimse var mı diye. Ölümlerden bahseden bir-iki tweet. Yok, kimse uyanmamıştı.
İkincinin gitme vakti. Üçüncü için ekmekleri makineye koyma vakti. İki soğumuş yanağa iki “güle güle git” öpücüğü.
Ekmekler kızardığında, üçüncünün yukarı çıkma vakti.
Hala tutunacak bir şarkı yok.
Eğer bu bir roman olsaydı, kahramanların ruh hallerinin tasviriyle biraz okunabilirdi belki, ama bir film için sıkıcı bir plandı. Ölüm haberlerinin gücü yeter mi? Yetmedi. Üçüncüden bir cümle. Kısa bir cevap. Yetmedi.
İlk çaylar bitti. Üçüncünün gitme vakti.
Aralık ayının yirmi dördüncü günü, geciken bir kışın ilk düşen karının ardından gelen güneşli bir gündü.
En çok güneş çabaladı ama güneşin altında hala yeni bir şey yoktu.
Maslak, 24 Aralık 2012