Hayatı Güzelleştiren Hikayeler

japon-kadinlar

 

Nükhet arıyor. Münih Teknik Üniversitesi’nin  Mimarlık Fakültesi binasında, bir Rakugo gösterisi varmış.

Rakugo ne ki? Hiç duymadım. Hiçbir bilgim yok. Bilgi edinmeye vakit de yok. Gösteri 18.00’de başlayacak. Saat 17.30. Deniz’e soruyorum, gider miyiz, diye. Düşünmeye kalkıyor. Düşünecek vakit mi var? Gideceksek hemen çıkmamız gerek. Dışarıda şakır şakır yağmur yağıyor. Birbirimize bakıyoruz. Yağmurdan, karanlıktan sıkılmışız. Can havliyle yağmurluklarımızı giyip fırlıyoruz evden.

Gideceğimiz yer, Arcisstraße’deki fakülte binasında, Vorhoelzer Forum. Metroyla birkaç durak gidip, çok az yürümemiz gerekiyor.

Münih’in en sevdiğim taraflarından biri bu. Yol = Hız x Zaman formülü her zaman işliyor. İstanbul’da arabayla Maslak’tan Levent’e, bir saatte gidemeyip geri döndüğüm günleri hatırlıyorum da.

Gösterinin yapılacağı salona varınca bizi Japon ev sahipleri karşılıyor. Salon epey dolu olmasına rağmen, beni alıp ilk sıraya, Deniz’i de hemen arkama oturtuyorlar. Gösteri başlamak üzere. Elimdekileri yere atıp sessizce bakınmaya başlıyorum.

Sahnede yerden yarım metre yükseklikte bir platform ve üzerinde de bir minderle mikrofondan başka hiçbir şey yok. Japon minimalizmi!

Derken, üzerinde pembe beyaz kiraz çiçekleri olan kimonosuyla bir hanım geliyor. Tam burada, Japonların bu geleneksel giysisi hakkında öğrendiklerimi aktarıvereyim size. Kimono adı çok basit iki sözcüğün bileşiminden oluşuyor. “Ki” giymek, “mono” şey. Çok geniş bir giysi. Hani öyle ki giyen kişi bunu giymiyor da adeta sarınıyor. Daima giysinin sol yanı sağ yanının üzerine kapanıyor ve “obi” dedikleri kocaman bir kuşakla arkadan bağlanıyor. Ayağa “tabi” adı verilen çoraplar, onun üzerine de “geta” ya da “zori” giyiliyor. Hani şu tahta sandallar.

Gelen hanımı arkasından görseniz, bu bir Japon, diye düşünebilirsiniz, ama yüzü onu hemen ele veriyor. Tam bir İngiliz. Usta adımlarla çıkıp sahnedeki mindere oturuyor. Elindeki mendili ve yelpazeyi yanına bırakıp anlatmaya başlıyor. Yüzü plastikten yapılmış gibi. Saniyeler içinde şekilden şekile giriyor. Yaptığı sanat mı bu yüzü terbiye etmiş, yoksa bu yüze sahip olduğu için mi bu sanatı seçmiş bilemiyorum.

manyfacesof-diannekichi

Akıcı cümlelerle, buraya kadar olan yaşamını özetleyiveriyor. Bu anlattıklarını, gösterisinin sonunda slaytlar eşliğinde yaptığı sunumuyla harmanlayarak ben de size şunları aktarabilirim: Adı, Diane Kichijitsu. Liverpol’da doğmuş, büyümüş. Grafik tasarım okumuş. Londra’da mesleğini icra ederken, dünyayı dolaşmaya karar vermiş. 40’tan fazla ülkeyi kapsayan bir seyahat planı yapıp, sırt çantasıyla yola koyulmuş. Bu plan dahilinde, 1990’da yolu Japonya’ya düşmüş. Oradayken Rakugo dünyasını keşfetmiş, daha doğrusu Rakugo’ya aşık olmuş ve sonuç ortada. O artık bir “Rakugoka.”

Buram buram Japonca kokan bu sözcükler ne manaya geliyor? “Rakugo”nun sözlükteki karşılığı, “düşen kelimeler.” Hoş değil mi? Geleneksel bir hikaye anlatma sanatı. 400 yıllık geçmişi var. Anlatıcı ki ona da “Rakugoka” deniyor, sahnede bir mindere oturuyor ve bir monolog halinde, kısa, mizahi hikayelerini anlatıyor. Elinde sadece bir mendille yelpazesi var ve tabii bir de yüzüyle, bedeni.

rakugo1

Rakugoka’yı minderden kaldırıp, bir sandalyeye oturtsam, elindeki mendili omuzuna atsam, yelpazesinin yerine de bir sopa versem… Oldu mu size Geleneksel Türk Tiyatrosunun “Meddah”ı! Kaldı ki en eski meddahlar, sandalyede değil, kahvelerde, tıpkı burada olduğu gibi, herkesin kendilerini görebileceği yüksekçe bir yere çıkıp anlatırlarmış hikayelerini. Aklın yolu bir. Televizyonun, sinemanın, hatta kitabın olmadığı zamanlar. İster Japonya’da olsun, ister Türkiye’de, yetenekli, cesur insanlar yüksekçe bir yere çıkmış ve anlattıkları hikayelerle hayatı güzelleştirmişler. Saygıyla selamlıyorum hepsini.

meddah

İşte Diane Kichijitsu da bu yetenekli ve cesur insanlardan birisi. Gönül verdiği Rakugo konusunda kendini yetiştirmek için, bir Rakugo ustası olan Katsura Shijaku’nun sahne asistanlığını yapmaya başlamış. Rakugo’yu öğrenmek için yazılı bir metin yokmuş. Usta-çırak ilişkisiyle öğrenilirmiş her şey. Diane çok kısa sürede kotarmış bu işi. Öyle iyi öğrenmiş ki bugün dünyanın dört bir yanında İngilizce ve Japonca, çift dilli Rakugo gösterileri yapıyor. Üstelik, bilindik klasik hikayelerin yanı sıra, kendi özgün hikayelerini de anlatarak. Bu arada, geçmişte sadece erkekler Rakugoka olabiliyormuş. Oysa bugün var olan 700 profesyonel Rakugoka’nın 30’u kadınmış.

Vorhoelzer Forum’a dönüyorum.

Diane önce kısaca Rakugo hakkında yukarıda anlattığım bilgileri verdi. İlaveten, oturduğu minderin “zabuto”, mendilin “tenugui” ve yelpazenin “sensu” olduğunu öğrendik. Bunları nasıl kullandığına dair birkaç örnek gösterdi. Tenugui kâh defter, kitap oldu, kâh tabak, tepsi. Sensu ise sürahi, kalem, makas, bıçak… Sahnede hiç ayağa kalkmadan dizleri üzerinde otururken nasıl yürüdüğünü, koştuğunu, sonra bir kişiyken, nasıl iki, hatta üç kişi olduğunu da örnekleriyle anlattı. Kendi web sitesinden aldığım aşağıdaki video, hemen hemen o gün anlattıklarının aynısı.

Ardından sahneye bir genç çağırdı ve “Hadi şimdi sakeni iç” “Tabaktaki yemeğini ye” gibi cümlelerle yönlendirerek, onu da gösterisine dahil etti. Ben o genci, onun öğrencisi zannettim. O arayı kaçırmışım demek ki. Her gösterisinde böyle bir iki seyirciyi sahneye çıkarırmış. İkinci kişi olarak geldi beni buldu. Hiç nazlanmadım. Aman, şu kısa ömürde bir daha nerede bulacağım ben bir Rakugo gösterisini. Hemen çıktım sahneye, kırdım dizlerimi oturdum. Sensu oldu rakı bardağı. Lıkır lıkır içtim. Tenuguiyi tabak yaptım. Afiyetle yedim içindeki köfteleri. Ha, bu arada enteresan bir şey oldu. Diane seyircilere dönüp “Şimdi bu tabakta ne olsun?” diye sorunca, bir ses “mantı!” diye bağırdı. Diğeri “köfte!” Şaşırdım kaldım. Meğer seyircilerin içinde İstanbul Erkek Lisesi’nden bu yıl Münih Teknik Üniversite’sine gelen gençler de varmış. Çıkışta tanıştık sonra.

Diane seyirciyi yeteri kadar Rakugo’ya ısındırdığını düşünmüş olmalı ki asıl gösterisine başladı. Takoyaki Time adlı öyküyü anlattı. Takoyaki, dışı hamurla kaplı, içinde ahtapot parçaları ve zencefil turşusu olan, yuvarlak, görüntüsü bizdeki lokmaya benzer, sokaklarda satılan bir Japon yemeği. Takoyaki yemeğe giden, biri açıkgöz, biri safça iki arkadaşın öyküsü. Bu sıcacık, sevimli öyküyle Diane Kichijitsu’nun ustalığının derecesi de ortaya çıkmış oldu. Ben çok sevdim. Ve hatta, acaba bir tane daha anlatır mı diye heveslendiysem de hevesim kursağımda kaldı.

Gösteri sonrası Diane, başlarda sözünü ettiğim, seyahatlerinde çektiği fotoğraflarından oluşan sunumunu yaptı. Arada bir iki Türkiye fotoğrafı da gördüm. Çıkışta sordum. İstanbul’da, Ankara’da, Denizli’de, Bursa’da, çeşitli okullarda gösteriler yapmış, ama gittiği okulların adını hatırlayamadı.

diane-turkiye

Her şeyin sonunda bir de Kahkaha Yogası deneyimi yaşadık. Diane Hindistan’da bunun eğitimini almış. Yanlış anlamadıysam, kahkahanın öğrenilebilir bir şey olduğu fikrine dayanıyor. Önce biraz, gülerken hangi kaslarımız harekete geçer, nasıl güleriz, bunları anlattı. Sonra gülümsedi. Biz de gülümsedik. Gülümsemeler yerini kıkırdamalara bıraktı. Birkaç saniye sonra herkes kahkahalar atıyordu. En önde olduğum için arkadakileri göremiyorum. Bir ara merak ettim, herkes gülüyor mu acaba diye bir baktım. İnanın, bir salon dolusu insan, karnını tuta tuta gülerken, hala kaskatı duran birkaç insan vardı. Niye ki? Niye kolay kolay gülmez bazı insanlar? Acı çekmiyorlar mıdır acaba, öyle dururken? Bana öyle gelir. İçindeki dalga kabarmış kabarmış, ama sen bir türlü kıyıya vurmasına müsaade etmiyorsun.

Hem gülmek, ciddi bir iştir bence. Vara yoğa, boş boş gülmez ki insan. Özgürse güler. Mutluysa güler. Korkmuyorsa güler. Yasaklar altında, cesursa güler. Ve bütün bunların tersi de doğru. Güldükçe özgürleşir, rahatlar, korkmaz, mutlu olur.

Sonra gülmek birleştiricidir. Tek başınayken de gülebilirsiniz elbet, ama tanımadığınız insanlarla bile olsa, birlikte gülmek, hazzı, mutluluğu artırır. Tanımadığınız insanlarla aranızdaki mesafeyi çabucak kısaltır, sizi yakınlaştırır. Diane Kichijitsu, gösterisinin sonunda, “Haydi arkadaşlar, bir yerlere gidip, bir şeyler içelim, sohbet edelim.” dese, inanıyorum ki hemen herkes koşa koşa gelirdi. O kasılanlar dahil. Ve gecenin ilerleyen saatlerinde onlar da dayanamaz gülerlerdi eminim.

Şimdi size gülmeniz için ufak bir katkıda bulunacağım. Sinema dehası Charlie Chaplin’in şaheser filmi “Modern Times”ın film müziği olan “Smile”ı, en sevdiğim yorumuyla hediye edeceğim.

Gülün! Gülün ki güller açsın yüzünüzde.

Rod Steward’dan dinliyoruz: Smile-Gülümse

 

gülümse, kalbin ağrısa bile

gülümse, kalbin kırılsa bile

gökyüzü bulutlarla kaplıyken

geçip gideceksin…

 

30 Ekim 2016

Münih

 

Hayatı Güzelleştiren Hikayeler’ için 5 yanıt

  1. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle bitirdim yazını okumayı. Ne yazıkki kahkaha atmayı unuttugumuz bu son günlerde iyi geldi bu ferahlık!! Bilgiler için de çok tesekkürler.

    1. Dilerim okuyan herkes üzerinde aynı etkiyi bırakır.
      Çok sevgiler Alev.

  2. Bu yazıyı okuduktan sonra , özelikle ergenlik çağı döneminde gençlere gülmenin ve güldürmenin önemi ile ilgili bir ders verilmesi gerekliliği aklıma geldi, o zaman hayata bakış açıları daha farklı olur diye düşünüyorum..

    1. Kesinlikle! Fakat mümkünse ergenlikten önce olsun bu dersler. Bir ergen annesi olarak rica ediyorum:)
      Sevgiler Cemal.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.