Annemin Menekşeleri

Menekşe avcısı dayıma,

tüm kalbimle…

Ağır ağır döner dünya. Güneş doğar, güneş batar. Akşamlar sabahlara, sabahlar akşamlara evrilir. Kirazlar açar, başaklar dolar, incirler, üzümler, narlar olgunlaşır. Portakallar yavaş yavaş yeşilden turuncuya döner. Zeytinlerden hayat damlar usul usul. Derin derin nefes alır verir toprak, arada bir iç çekerek.

Bütün mevsimler olgundur. Kış kışlığını bilir, yaz yazlığını. Hele sonbahar. Öyle ağırbaşlıdır ki. Hiç acele etmez. Sessizce bekler. Yapraklar sararsın diye bekler. Düşsün diye bekler. Dallar kurusun diye bekler. Bahar öyle mi ya? Mevsimlerin ağa babası, geldi mi hiç gitmeyeceğini sandığımız kış, kapımızda oturup dururken, doğanın bu haylaz çocuğu, bütün şartları zorlar, gelecek bir yol bulur illa.

Geçen cumartesi sabahı kalktım, bir bardak su içtim. Mutfak masasına oturup yazmaya başlamadan evvel, her zamanki alışkanlıkla pencereyi araladım. Birden bire, neye uğradığımı şaşırdım. Bütün gece beni beklemiş camın önünde. “Dur” demeye kalmadı, sabırsızlıkla, koşar adım daldı içeriye. Aniden! Başım döndü. Camı sonuna kadar açmak zorunda kaldım. Susamış bir çocuk gibiydi. Telaşlı, nefes nefese. Öyle derin derin nefes alıp veriyordu ki bir anda onun nefesiyle doldu mutfak. Ne çok özlemişim meğer. Sımsıkı kucakladım. Gözlerinden öptüm. Babaannemin tülbendi gibi kokuyordu. Öğrenciyken, Ankara’dan gelip, yorgun argın içine girdiğim yatağım gibi. Taze kesilmiş otlar gibi. Mezarlıktan gizli gizli çaldığımız çağlalar gibi. Annemin ovduğu tahtalar gibi. Ocakta kaynayan süt gibi. Eski evimizin bahçesindeki dev hanımeli gibi…

Uyandım, canlandım, dirildim…

Bahar gelmiş!

Baharın üzerine bir de annemden bir mesaj gelmez mi… Geçen yıl, yaşadığı evin bahçesinde çalışan inşaat işçilerinin hoyrat ayakları altında ezilip ölen hanımelinin yerine yenisini yetiştirmek üzere, bir fidan almaya gitmiş. Gittiği bahçe, bir dönem Akşehir’in en güzel bahçelerinden biri. Eskiden her bayram, bu bahçeden bize, kucak kucak, rengârenk güller gelirdi gazete kâğıdına sarılı. Giriş kapısının üzerindeki yaseminin kokusu metrelerce öteden duyulurdu. Erikler, kirazlar, narlar… Cennet gibi bir bahçeydi. Akşehir’in efsane zabıta komiseri, nâm-ı diğer “Komiser Şükrü”nün bahçesinden söz ediyorum. Rahmetlinin ölümünden sonra epey bakımsız kalan bahçeye, uzun zamandır çok sevgili bir ablamız bakıyor. Kayıpları olsa da, doğaya aşık bir kadının ellerinde, âdeta yeniden, küllerinden doğdu bahçe. O bahçede bir de güzel hanımeli var. Ondan bir fidan almaya gidiyor annem. “Badem, ergen çiçek açmış, eriğin de eli kulağında” diyor ve devam ediyor: “Bir de baktım çuhalar açmış, aralarında da kır menekşeleri.”

Ah o kır menekşeleri… Karacoğlan’ın dediği gibi, “çiçekler içinde birdir”ler. Narin, nazenin, alçakgönüllüdürler. Aydınlıkları sever, ama gölgelerde yaşarlar. Aramalısınız, bulmalısınız onları. Bir nevi menekşe avcısı olmalısınız. Bunun için gören gözleriniz olmalı, seven kalbiniz. Minnacık bedenlerde ne büyük güzellikler saklı olduğunu bilmeniz gerekir. Ancak o zaman, saklandıkları yerden bulup çıkarabilirsiniz onları. Bulduğunuzda, kıkır kıkır gülerler yüzünüze. Mis gibi kokarlar.

“Kadrin bilmeyenler alır eline,

Onun için eğri biter menekşe.”

Annem menekşelerin kadrini de bilir, kıymetini de. Almış gelmiş eve. Bir fincana koymuş. “Çocuklar diye öptüm, sevdim, kokladım.” diyor. Menekşeler benim kardeşlerim artık.

Annemin menekşeleri

Ortalama ömürlü bir insan, kaç bahar görür ömründe? En iyi ihtimalle yetmiş, seksen kez. Ne kadar az! Menekşeleri, gelincikleri, papatyaları topu topu bu kadarcık mı görebiliyoruz? Erikleri, bademleri… Telli turnaları, kırlangıçları, leylekleri… Derelerin yükselmesini, sabahın bahar aydınlığını, bir anne şefkatiyle bizi emziren bahar güneşini… Sadece ve sadece yetmiş, seksen kere mi görebiliyoruz? İçimizde ve evimizde sadece yetmiş, seksen kez bahar temizliği yapabiliyor ve yüzümüzü bahar güneşine bu kadarcık mı döndürebiliyoruz? O da yapabilene! Çoğumuzun gözleri bantlı sanki. Başka şeylerle uğraşıyoruz. Kıymetsiz, bizi tazelemeyen, zenginleştirmeyen, artırmayan…  Hiçbir mucizesi olmayan şeylerle. Hep bir kavga hali içindeyiz. Sadece birbirimizle değil, doğayla, toprakla, çiçekle, ağaçla bile kavga halindeyiz. “Dünya gailesi” diyoruz. Yani, dünya sıkıntısı, derdi, kederi. Neden öyle olsun? Neden yaşamak bir dert olsun? Neden dünya sıkıntılı bir yer olsun? Menekşeler var olmaya çalışırken dertleniyorlar mı? Kırlangıçlar binlerce kilometre katederken sıkılıyorlar mı? Kederli bir erik, hüzünlü bir badem gördünüz mü?

Hemen, şu an bir hesap yapın. Bugüne kadar kaç bahar yaşadınız? Önünüzde aşağı yukarı kaç bahar var? Paniğe kapılmadan, her şeyi görmeye çalışın. Hınzır menekşelerle saklambaç oynayın. Erikleri, bademleri gözleyin. Meyveleri oldu mu, çalın. Gördüğünüz ilk suya ayağınızı sokun. Toprağa dokunun. Pencerelerinizi ardına kadar açın. Bırakın bahar iliklerinize işlesin. Yüzünüzü güneşe dönün. Gökyüzüne bakın. Kırlangıçları, leylekleri selamlayın. İçinizi, evinizi temizleyin. Fazlalıkları atın. Çiçek dikin, ağaç dikin. Sevdiklerinize sarılın. Şarkılar, şiirler söyleyin.

“Eeeeeeeeey…

       kızım, annem, karım, kardeşim

                                                          sen

                               başında güneşler esen

                                   altın gözlü çocuk,

                                     altın gözlü çocuğum benim;

deli çığlıklar atıp avaz avaz

burnumun dibinden gelip geçti de yaz,

ben, bir demet mor menekşe olsun

                                                 getiremedim

                                                                   sana!

Ne haltedek,

      dostların karnı açtı

                             kıydık menekşe parasına!”*

Mesajının sonuna, fincandaki menekşelerin bir de fotoğrafını eklemiş annem ve diyor ki: “Hanımelini dikerken fark ettim, yediveren gül de patlamış. Hep toprakla uğraştım bugün. Özlemişim.”

Ben de.

Münih, 12 Mart 2018

 

*Nâzım Hikmet’in “Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk” şiirinden alıntıdır.

 

Yukarıdaki yazının İstasyon Gazetesi’nde yayımlanmış hali:

http://www.istasyongazetesi.com/kose-yazisi/2866/annemin-menekseleri.html

Annemin Menekşeleri’ için 22 yanıt

  1. Mor menekşeler ruhuma dokundu.Kokusu içime işledi.Babam geldi aklıma.Çok severdi toprakla uğraşmayı.Çardağın üzerine sardığı rengarenk gülleri vardı mesala,zambakları,şebboyları,kadımpatıları vardı.Çam ağaçları vardı,gözü gibi baktığı.Mor menekşeleri beklerdim sabırsızlıkla.Onlar benim çiçeklerimdi.Hala da öyledir.Görünce heyecanlanırım.Babamı kaybettikten yıllar sonra,kendisi de rahmete erdi şimdi,çok severim ben dedim diye mor menekşe ekmişti bahçenin bir köşesine,dünyalar benim olmuştu.Ben birbirini hiç tanımamış olan iki babamı, menekşelerle tanıştımıştım.Çok duygulandım herzaman ki gibi. Ne güzel yapıyorsun da yazıyorsun Nigar’ım..

    1. Sen bahçenizden bahsedince, serin bir esinti geldi o günlerden Gülay. Gerçekten çok güzel, bakımlı bir bahçeydi. Dilerim, gidenler menekşeler içindedirler.
      Çok sevgiler.

  2. Kac bahar gördüğümü, göreceğimi hiç düşünmemiştim. Baharın geldiğini bile anlamıyorum çoğu zaman. Uyandırdınız beni, teşekkür ederim. Bu sene söz, hakkını vereceğim baharın.

    1. Sadece bu yorum için bile yazdığıma değdi. Beni çok sevindirdiniz!

  3. Bir kaç gün önce ben de aynı duyguları yaşadım. Üsküdar Çiçekçi’den yaya olarak geçerken, mezarlıkların içinde hemde koca çınar ağaçlarının arasında badem ağacı çiçekler açmıştı. Oysa ki çınarların arasında badem ağacı çok zor görülmekte idi. Sen nereden güneşi gördün ve nasıl bir iştiyakla güneş ışığını alabildin de o güzelim çiçeklerini bir çocuğun gülüşü gibi salıverdin ortaya.

    Hava puslu idi.Benim ruh halimde. Ancak birdenbire çınarların arasından o çiçekleri görünce sanki her yeri ısıtan güneş ışıkları kapladı ruhumu. Üstümde ağırlıklar kalktı. Ayaklarım beni bir kuş gibi taşımaya başladı.

    Nigar, annenin yüzünü hatırlayamıyorum ama (uzun yıllar hafızamızı zayıflattı) ondan bahsedince annem, Akşehir’in o sakinlik dolu sokakları, çoğu evin bahçe duvarlarından taşan ağaçları, çiçekleri ve meyveleri, her şeyden önemlisi yine masum yıllar geldi aklıma..

    Lütfen böyle ruh ve umut dolu güzel yazılarına devam et. En çok ta içinde Akşehir olan yazılarına.

    Başarı ve sevgi dileklerimle.

    Muhsin Güven

    1. Sevgili Muhsin,
      O aceleci badem ağacını bir daha görürsen, benim selamlarımı da ilet lütfen. Etrafımızdaki her şey bizi umutsuzluğa sürüklerken, küçük gövdesiyle umut verdiği için teşekkür ederim ona. Gözünün ve gönlünün gördüğü güzellikleri, böyle açık yüreklilikle paylaştığın için de sana çok teşekkür ederim. Eksilmeyelim, artalım.
      Sevgiyle, dostlukla…

  4. Nigar’cığım en sevdiğim bahar çiçeğidir kır menekşeleri ,ilkokuldayken sizin evin karşısındaki yoldan aşağı doğru tarlalara gider menekşe toplar ve erik çalardık.Şimdi oralar site olmuş.Yazdıklarını okumaktan büyük keyif alıyorum. Yüreğine sağlık. Sevgiler.

    1. Çok teşekkür ederim Münevver. Biz sadece erik, çağla çalardık. Onlar bizim çocukluğumuzu çaldılar.
      İçten sevgilerimle.

  5. Nigar’cığım ne güzel yazmışsın baş döndüren baharı. Doğanın uyanışı ayrı bir güzel. Küçücük bahçemde her bir ağacımın çiçeklenişini, çuhalarımı, sümbüllerimi, menekşelerimi coşkuyla, sevgiyle izliyorum. Eşimle birbirimize takıldık geçenlerde yaşlanıyıruz diye… Etrafımızdaki genç arkadaşlar fark etmiyorlar doğanın bu uyanışını, şaşırıyorlar farkındalığımıza. Sonra da dedik ki ” biz gençken de böyleydik” Kucak dolusu sevgiler, Ayten Teyzeme de saygılar…

    1. Dilekciğim, ömrünün sonuna kadar farkındalığın artsın, eksilmesin. Biz dillendirmeye devam edelim. Bir kişi daha görse kârdır.
      Çok sevgiler.

  6. Bahar var ya Nigar abla.. Ne güzel de anlatmışsın. Sanki senin elinden çıkmış..
    Annem beni kundağa sarıp kucağına alıp köydeki evin yanında ki dut ağacının önünde oturup ilk sütünü verdiğinde işte öyle bu zamanlardı. Gözlerim hep gözlerinde idi. Kurban olduğum..
    Nasılda tadına doyulmaz bilir misin sen Nigar abla, karın toprağa karıştığı, yağmurun özlemle sırasını beklediği, adını bilmediğim çiçeklerin dağıma ovama kavuşmak için sabırsızlandığı zamanlar o anne sütünün.
    Sonra alır beni gezerdik. Anlatırdı..
    Bak ato ” şu ceviz ağacı var ya, bir daha ki bahar seni bekliyor. Emeklesin, ilk adımlarını bulsun yanıma gelsin hemen. İlk saklambacında sırtıma yaslansın, kimseye göstermem ben onu” diyor.
    Bak şu iki ağaç var ya, yan yana.. biri sarı diğeri kırmızı erik verirler. Bakma sen şimdi böyle sessizler. Bi merhaba deseler güne hiç susmazlar. Bir iki bahar geçsin seni çağıracaklar görür görmez. Hep kavga ederler biliyor musun ? “Benim rengim tadım gibidir, ne bakmaya ne yemeye kıyamaz çocuklar” der sarı erik. Öteki allta kalır mı hiç.
    “sen hiç kırmızı erik yememişin ki, nasıl anlatayım ki sana, çocukların koca koca adamların niye yanı başımdan hiç ayrılmadıklarını” der kırmızı erik.
    Bak şu yolun kenarındaki yeri görüyor musun. Oraya çok şeyler ekecegiz. Boyun belime geldiğinde Erkan la Yasin ile Veysel ile oradaki salatalık ları domatesleri çalacaksınız. Nenen sizi hiç yakalayamacak.
    Bak şu küçük oda var ya, evin yanında, işte orada nenenin yaptığı pajdo (çökelekler) var. Nenen kapıyı hep kitler kimse girmesin diye. Ama unutur, düşünemez senin pencerenin demirlerinin arasından oraya girip keçi postunun içindeki pajdoyu parmaklarınla yediğini.

    Nurettin amcan, hani az önce senin yanaklarını sıktı ya.. kucağına alıp doya doya sarıldı ya, ato ato.. gider de gelmezsem unutma beni, amcan hep seninle olacak dedi ya.. işte şu karşı tepede olacak dört bahar sonra. onun yanına hep gideceksin, mezarının yanına başına oturup, bahar geldi, neyi özledin amca, ne getireyim.. nenem bal hazırlamıştı senin için, Nuro sever kimse ellemesin bu onun diyor diyeceksin ve göz yaşlarını sile sile eve döneceksin..

    Nigar abla, biliyor musun, dünyaya geldiğim de içtiğim ilk yudum su bahar başı erimiş karların suyu, Munzurun suyudur. O yüzdendir eminim soğuk su içtiğimde kırk yaşında da olsam annemin elindeki o tası sanki hala dudaklarımın önünde tuttuğunu sanırım. İçmeye doyamam..

    Sanki bahar olurum, dolu dolu umut yüklü, cıvıl cıvıl olur gözlerim.
    Bahar çocuğuyum ben.. bıraksan beni bir ovanın yamacına, bir dağın eteğine, bir derenin kıyısına bir bahar vakti, dünyanın neresinde olursa olsun mutluluk delisi olurum.. Dersim olurum, Munzur olurum..

    Ve menekşe var ya.. mor menekşeler..
    Nerde görsem ne gelir gözümün önüne biliyor musun Nigar abla..
    Annem.. ilk sütünü emdiğim zaman göz göze geldiğim gözleri.. ona sarılmış gibi sımsıcak olur ruhum.
    Menekşe annemin en sevdiği çiçektir. Çoçugu gibi konuşur onlarla. Hani anlatmışsın ya, okuyunca bildim niye menekşe yi çok seviyor annem. Öyle biri olduğu için..

    Kaç bahar daha göreceğiz demişsin.. Neden yaşamak bir dert olsun ki demişsin..
    Yaşamın, sadece nefes alabilmenin bile nasıl bir mucize olduğunu, kederleri ve sevinçleri ile ona sahip olmanın nasıl bir şans olduğunu, nasıl bilebiliriz ki..

    Gökyüzünde bulutlar vardı parça parça. Uçuyordum kollarımı açmış. Güneşe doğru yol alıyordum. Ormanlık bir alanın üzerinde iken kontrolümü kaybettim. Aşağı doğru düşmeye başladım. Ne yaptıysam düzeltemedim kendimi. Büyük bir hızla yere doğru uçuyordum.
    Ağaçların üstüne çarptım önce, dallara tutunmak istedim olmadı. Ormanın içine, yerde açılmış bir kuyunun içine düştüm. Çıkmaya çalıştım, yapamadım. Sonra üstüme toprak atmaya başladılar. Yüzüme gözüme, tüm bedenime.. kaldım o toprağın altında. Çıkmak istedim o yerden çıkamadım. Ölmüştüm…
    Hayır.. hayır … Ölmek istemiyorum diye çığlıklar ata ata uyandım..
    Ter içinde kalmıştım. Eşim uyandı, ne oldu bu ne hal dedi.. ben ağlaya ağlaya ona sarıldım.. nefes alabiliyordum yine, mutluluktan ağlıyordum..
    Yaşamak çok güzel Nigar abla, onun yokluğunu hissetmeden bunu bilmek mümkün mü bilmiyorum…
    Ben biliyorum 🙂🙂

    1. Ati, bir şey yazıp, bu şiir mi, şarkı mı karar veremediğim güzelim yazını gölgelemek istemiyorum. Ayrıca, kim bilir kaç kişi bu yorumu bekliyor.
      Öperim gözlerinden.

  7. Yine muhteşem yine çok güzel yazmışsın
    Ciddi diyorum senin yazılarını okurken gözümde canlanıyor birebir yaşıyorum sanki görüntülü
    Uyarın için teşekkürler şunun şurasında kaç bahar daha göreceğiz hemen kırlara dağlara sağlıcakla kal teşekkürler emeğine sağlık

    1. Sevgili Yılmaz ağabey, sana sonsuz baharlar diliyorum. Bu mesajı okuman en büyük dileğim. Hadi!

  8. Sevgili Nigar, ne de güzel yazmışsın baharın gelişini, açan çiçekleri, ağaçları, kuşları. Benim de çok sevdiğim çiçeklerdir menekşeler. Burada daha erken açıyorlar, şubat ayı başlarında. Ben de geçenlerde topladım arkadaşımın bahçesinden, kokusunu çok severim. Anne kokusu derlerdi bize çocukken.
    Ben biraz da mesleğim gereği mi nedir ağaçların çiçeklenmesi, meyve bağlaması, olgunlaşması, onları tozlayan arılar böceklerle her daim iç içeyim. Şimdiye dek kaç bahar geçirdiğimi aklıma getirmeden bol bol narenciye kokularını bu günlerde içime çekiyorum. Bu yıl kış sert geçmedi ve erken geldi bahar buralara. Kayısılar, bademler, şeftali, erik çiçek açıp meyveye dönüyor. Portakal, mandarin, limonlar, avokadolar çiçekte. Antalya’ya gelirsen seni bahçeme bekliyorum mutlaka. Ağaçlarımı, çiçeklerimi, kaktüs ve sukulentlerimi görmelisin.
    Ellerine, gönlüne sağlık Nigar’cığım. Yazılarını merakla bekleyeceğim.
    Hoşça kal.

    1. Sevgili Aliye abla, imrenilecek bir iş yapıyorsun. Doğada olanı biteni senin gözünle görmeyi ve anlamayı çok isterdim. Bir gün yan yana gelebilirsek, sorularımla bunaltayım seni.
      Çok sevgiler.

  9. yani iki sefer okudum,cok akici coskulu yaziyorsun TASVIRIN USTACA, bu roman a sayfa olacaksa mesela biraz da Olay, Öykü , hikaya olsa icinde ..Onun icine etrafina böyle siirsel tsvirler örsen daha sürükleyici merak uyandirici olur

    1. Sevgili Aydın ağabey, yorumun, önerilerin için çok teşekkür ederim. Gayret edeceğim.
      Sevgiyle, selamla…

  10. Selam Nigarcım, yine çok güzel bir yazı paylaşıyorsun bizlerle…harika betimlemelerinin içinde dolaştım.gözüm gönlüm renk renk oldu…harikasın canım. Bahar sevinci yaşattın mor menekşelerinle.teşekkürler…

    1. “mavi huzur
      yeşil esenliktir
      şimdi zaman
      ve güneşlidir gök
      üç günlük düş ömrüne
      üç günlük kış ömrüne
      rağmen
      bahara tutkun
      varlığın…

      akça gönül…
      müjde bahar…”

      diyen şiirinle sen de baharı doldurdun içimize Nurkan. Sevgiler.

  11. Mezarlıktan çağla çalardın sen de ha? Yazılarının Akşehir’e dair bölümlerinde mutlaka şaşıracak bir şey buluyorum. Şükrü Amca’nın evi ve bahçesi de çok net zihnimde ve sen başka bir yer yokmuş gibi bu yerden bahsediyorsun. 😀
    Ayten Teyze’nin hala Akşehir’de olduğunu anlıyorum. Bizim mahalleden sonra taşındığınız o evde mi şimdi? Her ne kadar beni tanımasa da uğradığımda ziyaret etmek isterim.
    Bu arada, anneannenin elinden çıkmış ve benimde parmağımı kanca yaparak çekiştirmekten çok hoşlandığım el oyalı-işlemeli perdeler bizim eski evde. Bir kısmı hala pencerelerde diger bir kısmı da dertsiz örtülerle birlikte çekmecede, altlı üstlü…

    1. Ataol Behramoğlu’nun “Çocukluğum bu kadar bir şey aslında” diye başlayan bir şiiri vardır. Benimki de öyle. Mezarlıkta biten çağlalar, Komiser Şükrü’nün bahçesi…
      Annemin hafızası her daim beni şaşırtmaya devam ediyor. Dilerim hep böyle olur. Seni de tanıyacağından eminim. Git lütfen.
      Perdeler… İşte bunun üzerine bir kitap yazılır. İyi bakın onlara.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.