İçinden Film Geçen Klarnet

krakauer-konser

“Klarneti sevdim tek tabanca tek hicran,
sesin büyüsünü bozan bir atlıydım bıçkın dudaklarda”

Küçük İskender

 

Kim sevmez piyanoyu, gitarı? Ya da en büyüğünden en küçüğüne keman ailesini? Arp sesinden daha huzurlu bir şey var mıdır? Senfonik bir eserde, tam yeri geldiğinde, gümbür gümbür duyduğunuz bir davulun verdiği hissi, başka hangi çalgı verebilir? Hepsi doğru, ama ben oldum olası nefesli çalgıları severim. Nefesliler dediysem, hepsini değil. Obua, klarnet, fagot gibi tahta nefeslileri. Ney’i burada tamamen ayrı bir yere koyuyorum. O bana bir nesneden ziyade, canlı bir şey gibi geliyor.

Çocukken, klarneti de bağlama, cura gibi bir Türk çalgısı sanırdım. Düğünde, bayramda her yerde gördüğümden belki de. Ben görmedim diyen, yalan söyler. Bayram sabahlarımız daima Mustafa Kandıralı’yla başlamadı mı? Radyolu günlerimizden, Şükrü Tunar‘ın, Barbaros Erköse‘nin, İsmail Bergamalı‘nın nefesleriyle dolmadı mı kulaklarımız? Mesela ben, ne zaman hatırlasam çocukluğumun öğleden sonralarını, zihnimdeki fotoğraflara hicaz bir klarnet taksimi eşlik eder. Belki de o yüzden herkesin içini kıpır kıpır eden bu çalgı, beni hep hüzünlendirir. Orhan Veli için tren sesi neyse, klarnet sesi de benim için o. “Duymaya göreyim. İki gözüm iki çeşme.”

Burada hiç klarnet dinlememiştim. Geçen Kasım ayı başında, Gasteig’a uğrayıp, etkinlik anlamında ne var ne yok diye baktığımda, Yahudi Kültür Günleri kapsamında, bir klarnet virtüözünün konseri olduğunu görünce, hemen bilet aldım.

David Krakauer isimli bu sanatçıyı daha önce hiç duymadım. The Big Picture isimli bir çalışması varmış, onu dinleyeceğiz. Konser afişi, müzikten ziyade bir film gösterisi hissi veriyor. Çünkü kocaman bir film makinesi var. Sürprizli bir konser olacağa benziyor.

21008_8PAN_POSTER_FOLD_INSIDE

Biraz okuyunca öğreniyorum ki 60 yaşında, Manhattan doğumlu, Newyork kökenli bir sanatçı David Krakauer. Büyük dedesi 1880-1920’de ilk büyük dalgayla Amerika’ya gidenlerden. Annesi bir klasik kemancı.

1988 yılında The Klezmatics’e katılmadan önce, klasik müzik ve caz odaklı müzik yapıyormuş. The Klezmatics, klezmer müziği yapan bir grup. Grup, 2006’da En İyi Çağdaş Dünya Müziği dalında Grammy ödülü almış. The Klezmatics’in müziğini dinlediğinizde hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Biraz çigan, biraz rembetiko, biraz sefarad…

klezmatics

Müzik değil, ama müziğin adı benim için yeni. İlk kez duyuyorum klezmer müziği adını. “Klezmer” İbranice kökenli bir sözcük. “Kle” veya “kley” ile “zemer” sözcüklerinden oluşuyor. “Müzik aleti” demekmiş. Geriye doğru gidince, 15. yüzyıla kadar uzanıyor kökleri. Sebebini bilmiyorum, uzun süre susmuş klezmer. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden canlanmış. Doğu Avrupalı Yahudilere özgü bir müzik olmakla birlikte, tüm orta ve doğu Avrupa halklarının, Balkanların, Yunan ve Türk müziğinin izlerini de hissediyorsunuz. Bana öyle geliyor ki Yahudilerin ayak bastığı her yerden bir şey var içinde. Bu güzel karışıma son ilave Amerika’dan gelmiş. Üzerine biraz caz mı dökülmüş diyelim, yoksa cazda tütsülenmiş mi bilmiyorum, ama ne derseniz deyin, ortaya şahane bir şey çıkmış. Çoğunlukla enstrümantal yapılmasına karşın, çok güzel sözlü örnekleri de var. İlginçtir, sözsüz olanlarında bile sözleri duyar gibisiniz. Çünkü, klezmerde enstrüman konuşur gibi çalınıyor. Klarnet ve keman, klezmerin olmazsa olmazı. Bunların yanına akordeonu da ekleyebilirsiniz. Sonra? Sonra canınız ne isterse… Saksafon, gitar, kontrbas…

Dönelim David Krakauer’e. The Klezmatics’le birlikte, “müzikal evim” dediği klezmer müziğine yönelmiş. Müziğin bu formunda, kendini çok rahat hissettiğini, doğaçlama ve deneysel şeyler yapabildiğini söylüyor bir söyleşisinde.

1996’da kendi grubunu kuruyor: Klezmer Madness! Dünyanın en önemli mekanlarında, en saygın festivallerinde çalıyorlar. 2001’de, Kanadalı Rap sanatçısı Socalled’la hip-hop ve klezmer ritmlerinin harmanlandığı bir albüm çıkarıyorlar.

klezmer_madness

2006’da, caz ve funk müziğin efsane tromboncusu Fred Wesley’le Abraham Incorporation’ı kuruyor. Fred Wesley dediğim, 60’lı 70’li yıllarda, funk’ın ve soul’un babası James Brown’ın aranjörü ve grubunun en önemli üyesi. Bugün 73 yaşında. James Brown dediğimse: “I feel good!”

abraham-inc

Abraham Inc.’in yaptığı müziği, klezmer, hip-hop, funk karışımı diye tanımlayabiliriz. 2009’da Tweet Tweet albümünü yayınlıyorlar. Bu albüm pek çok listenin üst sıralarında yerini alıyor.

Krakauer, dünyanın en iyi senfoni orkestralarıyla da çalıyor. Besteci Ofer Ben-Amots, Klezmer Konçerto sunu özellikle onun için yazıyor. Bu konçertoda yaylı çalgılar orkestrası, arp ve perküsyon Krakauer’e eşlik ediyor.

Gelelim The Big Picture’a…

Krakauer klasik, klezmer ve caz alanında yaptığı çalışmalardan sonra, müzik yaşamında kendini yeni bir yol ayrımında buluyor. Kariyeri boyunca yaptığı bütün müzikleri birleştirip yeni bir yol çiziyor. “Adeta yeni bir elbise giymek gibiydi” diye tarif ediyor yaptığı işi ve “Bugüne kadarki en büyük maceram” dediği The Big Picture ortaya çıkıyor.

the-big-picture

Böyle yazıyor kendi web sitesinde. Gerçekten de The Big Picture bir konser değil. Bugüne kadar sahnede izlediğim en iyi konser+sinema+multimedya (hala bu sözcüğe karşılık gelen bir Türkçe sözcük yok ne yazık ki) gösterisiydi.

Gasteig’da, Carl Orff Salonu’nun neredeyse tamamı doluydu. Yahudi Kültür Günleri’nin açılış konseri olması nedeniyle, kalburüstü konukların olduğu akşam, Yahudi Kültür ve Geleneğini Geliştirme Derneği adına, Ilse Ruth Snopkowski’nin konuşmasıyla açıldı. Ardından Bavyera Kültür Bakanı ve birkaç kişi daha konuştu ve nihayet Krakauer’in gecesi başladı.

Diğer müzisyenler beni bağışlasın, gece boyu bembeyaz gitarıyla sahneye çok yakışan Sheryl Bailey’i ve sihirli klarnetiyle David Krakauer’i izledim.

Krakauer’in müziği kulaklarımızdan içeri süzülürken, aynı anda perdeye düşen görüntülerle birleşti. Sadece ses değil, renk ve biçim olarak da ruhumuza doldu.

the-big-picture2

Krakauer, içlerinde La Vita è Bella-Hayat güzeldir, Sophie’s Choice-Sophie’nin Seçimi, The Pianist-Piyanist, Cabaret-Kabare, Radio Days-Radyo Günleri gibi filmlerin de olduğu 12 filmin müziğini, deyim yerindeyse yeniden yaratmış.

Marvin Hamlisch (Sophie’nin Seçimi), Wojciech Kilar (Piyanist) Bechet (Paris’te Geceyarısı), Sergei Prokofiev (Aşk ve Ölüm), John Kander (Kabare), Jerry Bock (Damdaki Kemancı), Nicola Piovani (Hayat Güzeldir), Johnny Green (Radyo Günleri)…

Müziğin, film müziğinin bu dev isimleri bir bir geçtiler Krakauer’in klarnetinin deliklerinden. Müziklere eşlik eden muazzam kısa filmleri, Newyork’un grafik devi Light of Days hazırlamış. Sayelerinde müzik ve film arasındaki ilişki öyle bir hal almıştı ki müziği gördük, filmi duyduk.

the-big-picture3

Peki filmler neye göre seçilmişti? Buraya kadar okuduklarınızdan çıkarmış olmanız gerek.

“The Big Picture, düşündüğümden daha özel bir şey oldu” diyor. “Bana, büyükannem ve büyükbabamın, Doğu Avrupa’dan gelirken yaşadıkları zorlukları, inanılmaz yoksulluğa ve anti-semitizme karşı verdikleri mücadeleyi ve dayanma güçlerini hatırlatarak, yeni bir duygusal seviyeye gelmemi sağladı.

Bu proje ile, insanların çağlar boyu, sıkıntılar karşısında hayatta kalmak için nasıl yollar bulduklarını anlatmaya çalıştım. Bu sadece Yahudilerin değil, herkesin, hepimizin mücadelesi.”

The Big Picture, bir anlamda Krakauer’in kültürel mirasına yaptığı bir keşif. Peşinden bizi de sürüklüyor, köklerimizin anlamını bir kez daha düşünmemiz için.

Hemen herkes, bu projeye dahil olan filmlerin tamamını ya da bir kısmını, hiç değilse birini izlemiştir. Acıların en büyüğünü yaşar oralarda insanlar. Yapılan kötülükler karşısında diliniz tutulur. Savaş, ölüm, ayrılık, eziyet, hüzün başroldedir hep. “Bu kadarı da olmaz” dedirtir insana. Ama olmuştur. İnsan insana bu zulmü yapmıştır. Oluk oluk kardeş kanı akıtmış, fırınlarda yakmıştır. Bütün bunlar gerçektir. Fakat bir gerçek daha vardır. Yine aynı insan direnmiştir bu kötülüklere. Ölüme karşı yaşamı savunarak. İstekle, inançla ve ümitle. İşte ben bu ümidi, ümitli olma halini seviyorum. Bu yüzden de The Big Picture’ın içinden aşağıdaki filmi seçtim.

La Vita è Bella!

Hayat Güzeldir!

Münih, 6 Ekim 2016

İçinden Film Geçen Klarnet’ için 6 yanıt

  1. Nigar Ağyel anlatımı ile Kraukager ile tanışmış oldum. Müzik, grafik, film gerçekten çok etkileyici. Lütfen anlatmaya devam 🙂

  2. N’olur, hep ama hep yazın, ben de hep okuyayım. Benim gönlümü, ruhumu besliyorsunuz. Yetmedi bana sondaki video, bir de klarnetle çalınmış hüzzam bir eser dinleyip çıktım bugün yataktan..

    1. Ben yazacağım da dilerim sen de her zaman bu tadı alırsın Gülsüm.
      Sevgiler.

  3. Muhteşem bir yazı olmuş. Bahsi geçen filmlerin hepsini izlemedim ama izlemem için içimde müthiş bir istek doğdu. Bu hüzün ve umut dolu filmlerden birini her gün izlemeyi kafama koydum. Kapanış filmi muhakkak La Vita é Bella olacak :)) Ayrıca klarnet sesine ne kadar aşina olduğumu ve bu enstrümanın sesini ne çok sevdiğimi hatırlattı. Bu güzel içimizi ısıtan yazı için teşekkürler. Ellerine sağlık…

    1. Sen de sözlerinle benim içimi ısıttın Ebru. Sağ ol. Ayrıca sıralaman çok doğru ve hayat gerçekten çok güzel.
      Sevgiler.

Nigâr Mat Ağyel için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.